
Yaşanan ortama, “barış süreci” deniyordu. Kürtlerle
Türkler arasındaki siyasal ve sosyal hava, Türklerin tarihinde
görülmemiş düzeyde ılımandı. İstanbul, Ankara, İzmir’den Van’a, Mardin,
Amed’e katar katar gezgin akıyordu. Van’ın kahvaltı salonları, Mardin‘in
taş konakları, Amed‘in sokaklara taşan yazlık restorantlarının keyfi
Türk medyasında rengarenkti. Türkler, Kürt yaşama biçimini yeniden
keşfediyordu.
Devran, ‘Müslüman Kardeşler’ (İhvan) çetesinin Türk
versiyonu günleri; eski ‘pêxas’lar (yalınayak) sosyetesi iktidardı.
İktidar, köprüyü geçmeye çalışan Müslüman Kardeşler’in kurnazlık ve
sinsiliğiyle alttan almacı, ‘elini ver öpim abi’ demeci, dalkavuk ve
yalakaydı.
Çünkü gün, Kürtleri yandaş yapma, mümkün değilse oyalama günleriydi.
Recep Erdoğan, bu amaçla Kürdistan meydanlarında dil
canbazlığı üzere iyilikler, güzellikler saçıyor; Van’da Ehmedê Xanî’nin
kitabını havada sallayarak, “bunu biz bastık, biz sevgili Kürt
kardeşlerim” diye haykırıyor; Batman’da “Kürtçe yayın yapan televizyon
bile açtık” cümlesiyle Kürtperverliğini perçinliyor; Bitlis’te
ekliyordu: “Bu, güzel barış havasını bozan katildir!..”
Bunları söylemekle de kalmıyor, yanına sazcıları,
sözcüleri, dalkavuklarını da alarak, müzisyeniyle gelen Mesud Barzani
ile Amed Surlarının gölgesinde buluşuyor; Şivan Perwer ile İbrahim
Tatlıses ikilisi sahnede, ‘Negirî dayê’ ağıdını ‘lori lori’ ederek, Kürt
annelere barış geldiğini müjdeliyor; hislenen Emine Erdoğan, gözünden
yuvarlanan tek damla yaşı, mendiliyle yakalıyordu. Böyle hisli günlerdi.
Gazeteler, manşetleri ve yazarların yorumlarıyla barış
kavramını beyinlere zımbalıyor; televizyonlardan aynı avazeler
fışkırıyor; Kürtler genel manzaraya bakıp bakıp “artık sefer olmaz”
düşüncesi ile yıkıntıların kıyıcığında yeni evler inşa ediyorldu.
Öte yandan Türk ordusu da bahar güneşiyle kanı ısınmış
arıların aceleciliğiyle seferi haldeydi. Kürdistan dağlarının ulu
tepelerine, bulutlara delen kayalıklara helikopterlerle malzeme taşıyıp
Hitler’in “Kartal Yuvaları” taklidi kaleler inşa ediyor, buraları en son
model savaş araçları, füze sistemleri, havadan da insansız minik savaş
uçaklarıyla takviye ederek ulaşılmaz, el uzatılamaz ediyordu.
Bütün bunlar, Müslüman Kardeşler kindarlığıyla, Kürtlere
son vuruşu indirmek içindi. Nitekim, tahkimatın bittiği gün Erdoğan
aniden barış kavramını nişangaha oturtan ‘cihatçı’ (Fetihçi) kesildi.
Gün Kürdistan’a sefer günüydü.
Seferde Hitler yöntemleri taklit ediliyordu. Önce
Hitler’in ‘Kristal gece’ taarruzu benzeri bir ‘sivil’ saldırı ile 6-8
Ekim katliamı, talan ve yıkımını geldi. Sonra Ceylanpınar’da iki polisin
ölümünü bahane eden intikamcılıkla topyekün saldırı başladı. Bu çağda,
mahalle çocuklarının savaş oyununu andıran derme çatma bazı savunma
barikatlarını bahane ederek 10 Kürt şehri yıkıldı, yağmalandı. Vahşice
öldürümler sergilendi.
Dağlarda ise eşitsizlerin savaşı sürüyordu. Dağ
doruklarında kurulu kaleler, ölüm saçıyor, pilotsuz minik uçaklar bomba
yağmuru ile katliam yapıyor, Kürtler kırılıyordu.
Yaşar Kemal’in deyişiyle insan oğlu umutsuzluktan umut
yaratandı. O insan, ilk büyük icat olan oktan sonra tüfeğe, topa, tanka
çare bulandı.
Kürtler de nihayet, kendi araçlarına sahip oldular. Ve
bölge halkı, 10 Kasım sabahı uyandıklarında, Şemzînan’ın Bêsosin köyünün
Silor tepelerine kondurulmuş kaleden kara bir duman bulutunun
fışkırdığını, patlamaların şimşeklendiğini gördüler. Gün ilerlerken,
Türk medyası bu olayı kaza olara duyurdu. Ayrıca bir kaç merkez, aynı
anda insansız hava araçlarına hedef olmuştu.
Televizyon ekranlarında görünen Recep Erdoğan ise Bêsosin
kalesinin patlatılmasını ‘kaza’ diye niteliyor; heybesindeki elmalardan
söz eder gibi “7 şehidimiz, 25 tane de yaralımız var” diyordu. Ancak,
her yalanın bir ömrü vardı. Bunun ömrü, ertesi güne kadar da sürmedi.
Nitekim, gerilla güçlerinin merkez komutanlığı, bir kaç saat sonra
yaptığı açıklamada, 6 ayrı noktanın hedef alındığını bildiriyor, Bêsosin
köyündeki üs için şu bilgiyi paylaşıyordu: “…bu eylemde, Türk ordusunun
17 ölüsü, 37 yaralısı, 9 da akibeti henüz belli olmayan kayıp askeri
vardır.”
6 merkezle birlikte, erişilemez sanılan Bêsosin üssü de
insansız uçakla vurulmuştu. Bu bir açılıştı. Kürt güçleri, ilk defa
Türklerin tek taraflı olarak sahip olduğu bir teknolojiyi, insansız hava
aracını kullanıyor ve ilk denemede hedefe isabeti sağlıyordu.
Kürtler açısından bu, savaşta yeni dönemdi. Düne göre,
Kürtlerin “benim de elim boş değil” dediği, savaşın kaderini
değiştirmezse bile daha donanımlı bir teknolojik dönem.
Ve burası Ortadoğu. Parasını ödediniz mi, teknoloji
adreste teslim ediliyor. O nedenle, kimse sonsuza dek alanın efendisi
değildir…
Yorumlar
Yorum Gönder