
Rojava’da ya da genel olarak Kuzey Suriye’de bir kasabadan
bir diğerine giderken bile koskocaman bir tarihin yanından geçersiniz –
pek fark etmeden. Rojava girlar diyarıdır. Gir, yani höyük. Arapça ve
İbranice adıyla Tell. Mısır’da kom diyorlarmış. Buradaki kom kelimesi
belki de Kürtçedeki anlamıyla birdir, ortak yaşam ya da toplanmak,
birikmekten geliyordur.
Rojava ve Kuzey Suriye’deki toplam höyük sayısı 14 bin.
Hal böyle olunca arabaya binip bir yerden bir yere gittiğinizde illa ki
en az bir höyüğün yanından geçersiniz. Höyüğü coğrafi bir yükselti
olarak görürseniz çok dikkatinizi çekmez belki. O zaman bilemezsiniz de
nasıl bir tarihin yanından veya ortasından geçtiğinizi.
Ama bu höyükler kendiliğinden yerden yükselmiş ufak
tepeler, yani coğrafi oluşumlar değil. Arkeolojide höyük, tarih boyunca
türlü nedenlerle yıkılıp yok olmuş veya terk edilmiş yerleşme
bölgelerinde, yıkıntıların üst üste birikmesi nedeniyle oluşmuş, çoğu
kez içinde tarihsel kalıntıların gömülü bulunduğu yayvan toprak tepe
olarak tanımlanır.
Yani höyük esasen aynı yerin farklı dönemlerde farklı
topluluklar tarafından yerleşim yeri olarak kullanılması sonucu oluşan
bir yükseltidir. En çok da kerpicin ev yapımında kullanıldığı,
yağmurların az olduğu yerlerde ortaya çıkmışlar. Höyüklerin Neolitik
çağdan başlamak üzere en yoğunluklu olarak Rojava, Bakur ve Başûrê
Kurdistan’da oluşması tesadüfi değil. Zira buralar, insanlık tarihinde
toplumsallığın ilk ortaya çıktığı topraklardır. Türk, Suriye ve Irak
devleti barajlar inşa etmeden Dicle ve Fırat’ın kolları, bir ağacın kök
damarları misali bu toprakların her bir karışını sulardı. Höyükleri
ortaya çıkaran yerleşim yerleri zaten su kenarlarına kurulurdu. Su hayat
demektir. Suyun olmadığı yerde yaşanılamaz. Ki günümüzde giderek daha
fazla göç sebebine dönüşmektedir susuzluk. Bugün ülkemizin en eski
yerleşim yerlerin çoğunda kuraklık hakim olmuş.
Rojava’daki Til Koçer, Til Barak, Til Hemis, Til Temir,
Til Rifat gibi kasaba ve şehirler adını işte kuruldukları höyüklerden
almaktadır. Habur suyunun üstündeki Til Huwera M.Ö. 5. binyılda oluşup
65 hektarlık alanı ile bölgenin en büyük höyüğü. Yine Hasekê
yakınlarındaki Til Barak, Til Leylan ve Til Bari M.Ö. 3. ve 2.
binyıllarda Hurri ve Mitani imparatorluklarının önemli şehirsel yerleşim
yerleridir. Minbic’in doğusundaki Til Cedat el Muhara M.Ö. 9. binyıldan
kalma neolitik kalıntılara sahiptir. 11 bin yıllık duvarı
Çatalhöyük’ten 1500 yıl daha eskidir.
Dünyanın en eski ve büyük höyüklerinden biri de, Hewlêr
Kalesi’nin üzerine inşa edildiği alandır. Neolitik Çağ’da oluşmuş
olmakla birlikte uygarlığa geçişten sonra, Hewlêr’in Babil ve Aşur şehir
devletleri ile aynı önemde olmasının sebebi, Hurri köklere sahip Asur
tanrıçası Arbelalı (Erbil adını buradan alır) İştar’a burada tapınması.
Hatta yapılan bir yorum da, kalenin aslında ana tanrıça tapınağının
üzerine inşa edildiği yöndedir.
Benzer yorumlar Şengal’deki – yıkılmış olan – Çilmêran
tapınağı için de yapılırken, üzerine lüks yapıların inşa edildiği
Amed’deki Kırklar Dağı’nın da Neolitik Çağ’dan kalma tanrıça kültürünün
izlerini içinde saklayan bir höyük olduğu sanılmakta.
Toplumun anaerkil düzende yaşadığı Neolitik Çağ’dan
başlamak üzere oluşan höyüklerin çok azında arkeolojik kazılar yapılmış.
Oysa kim bilir her birinde nasıl bir tarih saklıdır. Bunun farkında
olarak Rojava’da yolculuk yapmak çok başka bir duygu. Bir höyüğün
yanından geçerken onun içinde hangi tarihsel dönemden kalma izlerin
olduğunu merak edip, binlerce yıl önce orada yaşamış insanları gözünde
canlandırmak…
Koca bir dünya harbinin tam da bu topraklarda yürütülmesi
tesadüf olabilir mi? İnsan kendine bu soruyu sormadan edemiyor. Tesadüf
değildir. Hatta binlerce yıllık tarihine bakıldığında bu topraklar o
kadar çok savaş, o kadar çok işgal görmüş ki. Ama sadece o değil.
Direniş de görmüş, yeniyi inşa görmüş, güzel zamanlar görmüş.
Belki de o yüzden açılmıyor höyüklerdeki saklı tarih. Belki de bizler de o tarihin bir parçasıyız.
Yorumlar
Yorum Gönder