
Geçtiğimiz hafta içinde gerçekleşen ABD ara seçimlerinden
Trump cenahı kısmi bir yenilgiyle çıktı. Demokratların Temsilciler
Meclisi’nde ve genelde gösterecekleri çabanın öncelikle Demokratlar’a
hakim olan elitist-sağcı siyaset anlayışını aşmaya yetip yetmeyeceğini
önümüzdeki süreçte göreceğiz. Bu alanda özellikle demokratların safında
artan sayıda geleneksel kalıpları zorlamaya aday kadın politikacının
varlığı da düşünülürse bir şans olduğu görülebilir. Amerikan siyasetinde
olası pozitif gelişmenin önceliklerinden biri, seçime düşük katılım
oranlarına da yansıyan(41.8) politikadan uzak duran geniş kesimleri
sosyalize ederek kendi haklarına hukuklarına sahip çıkma doğrultusunda
geliştirilecek olan örgütlü politikalardır.
Aksi halde bugün içinde yaşadığımız (2.Dünya Savaşı
sonrası şekillenen) dünyanın dağılma sürecinden Amerikan toplumunun da
payını alması kaçınılmaz. Hemen her gün yaşanan toplu katliamlar, artık
rutine dönüşmüş “doğal” afetler (Devam etmekte olan California
yangınında ölen insan sayısı dün 44’e yükselirken 228 kişi ise kayıptı.)
ırkçılık, işsizlik, derinleşen yoksulluk, otoriter yönetim anlayışı
gibi olguların toplumda hali hazırda yeterince derin çatlaklar
oluşturduğu söylenebilir.
Amerikan dış siyasetine gelecek olursak, Trump’ın kısmi
yenilgisinin dış siyasette Demokratlar’ın çeşitli konulardaki
alerjilerine rağmen köklü değişikler yaratması zor. Bunun asıl nedeni
Trump’ın bildiğini okuma kudretinden çok, ABD müesses nizamı ile
Trump’ın etrafındaki kesimlerin son dönem belli bir uyum yakalamış
olmalarında. Dolayısıyla ABD dış siyasetinin kumanda koltuğunda
(bazılarına çok kestirmeci gelse bile nihayetinde doğru olan) Pentagon
dolayısıyla petrol ve savaş sanayinin uyum içinde oturduğunu söylemek
fazla abartılı olmaz.
Nitekim Paris’teki Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin
100. yıldönümü etkinlikleri bir yanıyla bu zihniyetin sergilendiği bir
zemin oldu. Macron’un “Avrupa Ordusu” meselesini dile getirmesi Trump
tarafından “Bize daha fazla para ödemelisiniz!” veciz sözüyle
karşılandı. 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana Almanya başta olmak üzere
Avrupa’yı kendi toprağı sayan ABD elitlerinin, AB’nin Amerikan
gölgesinden çıkma olasılığı karşısında Trump kadar “umursamaz”
olacaklarını sanmam. Geçen hafta kamuoyuyla paylaşılan, Almanya’da
politikacıları öldürmeyi hedefleyen “derin faaliyetler”, Macron’a karşı
suikast tertibi ve Eylül ayında İspanya Başbakanı Pedro Sanchez’e dönük
saldırı girişimi belki de “derin ilgi”nin çok daha önce başlatıldığını
gösteriyor.
Avrupa’da artan ırkçılık ve Polonya özelinde yükseltilen
“AB’nin dağılması” tartışmalarıyla tansiyon daha da artacak.
Ortadoğu’ya gelince Temsilciler Meclisi’nde hakim olan
Demokratların “Rus alerjisi”nin yanı sıra Kaşıkçı cinayeti sonrası Suudi
yönetimine karşı da mesafeli oldukları biliniyor. Tabii söz onlara
kalırsa Trump’ın Ortadoğu siyasetinde çeşitli engellemelere gidecekleri
tahmin ediliyor. Bunların arasında Filistinlilerin tabutuna son çiviyi
çakma girişimi olarak yorumlanabilecek Trump-Netanyahu-Körfez ortak
yapımı siyaseti törpülemek de var. Fakat mevcut ABD yönetiminin dış
siyaseti herhangi birine söz hakkı tanımak yerine geleneksel fiili
yöntemlerle yürüteceği şimdiden görülebilir.
Burada temel ölçütler “İsrail’in korunması ve İran’da
rejim değişikliği” başlıkları altında özetlenebilir. Sünni NATO’su
yaratma çalışmalarına hız vermek, Esad’la el altından kurulan temaslar
bu politikanın bir parçası. Yemen halkını yeniden ölüme mahkum etmek ve
kuşkusuz uzun zamandır yeniden şekillendirilmeye çalışılan TC-ABD
ortaklığı da bu politikaya dahil. TC’nin son dönem Kuzey Suriye’ye dönük
geliştirdiği saldırılar sonrası ABD’nin bölgede sergilediği ikircikli
tavır, Kürtlerin başına “ödül” konulmasıyla bütünleşti. Amerikan egemen
siyasetinin “güç”e dayalı aklının, herhangi bir ahlaki prensipten yoksun
ve alabildiğine pragmatist olduğu bir kez daha sergilendi.
Yorumlar
Yorum Gönder