SEYİT EVRAN/ANF
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Türk
devletinin Güney Kürdistan’daki saldırı ve işgalinin, sömürgeci
devletler arasındaki anlaşmalara, KDP ve YNK’nin bunu kabullenme
temelinde yönetime getirilmesine, NATO desteğine ve 2007’den itibaren de
ABD’nin operasyonel katılımına dayandığını söyledi.
Türk devletinin Başûrê Kurdistan’a Mayıs 1983’te
başlattığı saldırıları, 90’lı yıllara kadar daha çok günü birlikti.
90’ların ortalarına kadar bazen iki aylık iki aşamalı saldırılar oldu.
90’lı yıllarından ortalarından itibaren ise üs, karakol
kurup güçlerini yerleştirme gibi kalıcı biçim aldı. 2000’li yıllardan
sonra siyasi, ekonomik ve kültürel işgal eşlik etti. 35 yıl önce
başlayan işgal saldırılarının birçoğuna tanıklık yapan PKK Yürütme
Komitesi Üyesi Duran Kalkan, ANF’nin sorularını yanıtladı. İki gündür
ANF’de yayınlanan uzun söyleşiyi kısaltarak paylaşıyoruz.
Türk devletinin Başûrê Kurdistan’a ilk saldırısının kapsamı, hedefi neydi?
Mayıs 1983’te ilk operasyon yapıldı. Doğrudan operasyonun
içinde kalmadım. Operasyon sahasında birkaç gün öncesine kadar bulundum.
Operasyondan kısa süre önce Mehmet Karasungur yoldaşın şehit düştüğü
Kandil’deki sahaya gitmek için ayrılmıştım. Yoldayken operasyonu duydum.
Kısa bir süre sonra geri dönüp, operasyonun ortaya çıkardığı askeri
sonuçları gördüm. Mayıs’ın sonuna doğru gerçekleşen bir askeri
operasyondu; 1982 sonbaharından itibaren PKK gerillalarının Güney
Kürdistan’la Kuzey Kürdistan’ı ayıran sınır hattına dönüşü ve
üslenmesiyle bağlantılıydı. Gerilla grupları geldikçe sahada
etkinlikleri artıyor; toplumla ilişkileri gelişiyordu. PKK’nin sınır
alanlarına döndüğü ve gerilla savaşı geliştirileceği propagandası
yapılıyordu. Bunlar TC devletinin istihbaratçıları tarafından duyuluyor,
devlet yönetimine taşınıyordu ki hem askeri karakollarda hem sivil
yönetimde ciddi bir rahatsızlık vardı.
Habur kıyısında 82-83 kış sürecinde kaçakçılarla askerler
arasında çatışma yaşanmış, kaçakçılar askerleri vurmuşlardı. İki asker
ölmüş, yaralılar da olmuştu. Bu da TC yönetiminde bir öfke yaratmıştı. O
dönemde KDP mevzilenmesi de sınırın sıfır noktasındaydı.
KDP de 75 yenilgisi ardından çekildiği Doğu Kürdistan’dan
tekrar sınır üzerine geliyordu. Habur’un güney yakasındaydı; Komünist
Partisi ile birlikte üslenmişlerdi. Öyle ki Türk karakolu ile KDP
karakolu ( makar deniliyordu) karşı karşıyaydı. Suyun Kuzey yakasında
TC, Güney yakasında da KDP’liler vardı. Ben de oradan, KDP makarından
geçtim. Hem KDP hem Komünist Partisi yetkilileriyle görüşmeler yaptım.
Kaçakçılarla çatışmada kayıp vermeleri ve PKK
gerillalarının döndüğü biçimindeki duyumlar, o zamana kadar çatışmalı
olmayan Türk ordusu ile KDP’nin arasını açtı. Türkiye, hem askerleri
vuran kaçakçılar KDP’den cesaret aldığını hem de PKK’nin sınır zeminine
dönüşünün KDP ile anlaşma sonucu olduğunu biliyordu. Dolayısıyla KDP’ye
öfkeliydiler.
İşte 23 ya da 25 Mayıs 1983 sınır ötesi saldırısı, bu iki nedene dayanıyordu.
Türk devleti, KDP’nin sınır üzerindeki o üslenmesini geri
itmek, sınıra tümden Türk askerinin hakim olmasını sağlamak istedi. İlk
saldırı Komata Vadisi’nde, Habur Suyu’nun kıyısından Yekmale’den Zendura
Vadisi’nin kuzeyindeki dağlık alanı kapsıyordu. Bizim kamp kurup
çalışma yaptığımız yere kadar gelmişlerdi. Arkadaşlarımız operasyon
olduğunda o sahadaydı. KDP’ye ya da sınıra yakın değillerdi.
Arkadaşların bulunduğu yere kadar operasyon ulaşmadı. Basına yansıdığı
kadarıyla 5 km sınırın içine girdiği ifade edilmişti. Kısa süreliydi,
tekrar sınırın gerisine çekildiler. KDP ve Komünist Partisi’nin kampını
olduğu yerden kaldırarak, Zendura Vadisi’ne çekmesine yol açtılar. Biz
tekrar o alana gittiğimizde bunu gördük. Yekmale köyünün yakınında sınır
üzerindeki kamp tümden yok olmuştu, o kamp eşyaları yığın gibi
getirilip Zendura Vadisi’ne doldurulmuştu. KDP’liler, Zap Suyu’na kadar
çekilmişti.
Böylece sınırda KDP üslenmesini geriye iterek sınır
denetimini daha güçlü sağlayıp PKK gerillalarının sınırdaki hareketini
ve geçişini önlemeye dönük bir saldırı olduğunu ifade edebiliriz.
Lokal ve dardı; bir dağlık alanı kapsıyordu. Herhangi bir çatışma olmamıştı.
Daha sonra 80’li yıllar boyunca küçük, lokal saldırılar oluyordu.
80’li yıllar ile 90’lı yıllardaki saldırılar arasında fark var mıydı?
80’li yıllarda sınır giriş-çıkışı biçiminde; gerilla
hareketliliğini, sınır geçişini engellemek amaçlıydı. 90’lı yıllarda bu
durum değişti.
90’ların başına gelindiğinde gerilla sınırın Güney
yakasında Heftanîn’den Xakûrkê’ye kadar kamp ve karargah kurup üslendi.
Orayı kendi üs alanı haline getirdi. Ona dayanarak Botan-Behdinan
kurtarılmış alanı yaratma hedefini güder hale geldi. Kuşkusuz çok daha
farklı bir durumdu. Ciddi karakol baskınları yapıldı. Nitekim Türk
Genelkurmayı bu gerilla üslenmesini stratejik saldırı zemini olarak
değerlendirip, ortadan kaldırmak üzere karşı-devrimci stratejik saldırı
yapacak operasyonlar planladı.
Ekim 1992’den itibaren TC-ABD-KDP-YNK ittifakı kapsamında
büyük bir işgal harekatı başlatıldı. Buna PKK tarihinde ‘Güney Savaşı’
tanımı da getiriliyor. Güney’den KDP güçleri, Kuzey’den TC güçleri söz
konusu gerilla karargahlarını ezip tasfiye ederek stratejik hamle yapma
konumunu ortadan kaldırmak istedi. Aslında Güney Kürdistan’da böyle bir
saldırıya destek verebilecek yönetim oluşturuldu ve TC devleti
tarafından kabul edildi. Eğer öyle yapmasaydı KDP-YNK güçlerini kendi
askeri saldırılarına katamaz, PKK karşısındaki askeri saldırıları bu
kadar etkili olamazdı.
Diğer yandan bütün bunlar ABD’yle ittifak halinde; ABD ve
NATO desteğini alan saldırılardı. 36. Paralel’in kuzeyine Saddam
uçaklarının, tanklarının, ordusunun geçişi yasaklandı ve engellendi ama
aynı alana Türk ordusunun uçaklarının, tanklarının, askerlerinin
geçişine izin verildi.
91’den itibaren TC’nin Güney Kürdistan’a dönük sınır ötesi
saldırıları Çekiç Güç Operasyonu’nda alınan kararlar, yapılan
planlamalar çerçevesindeydi. ABD öncülüğünde oldu. Bunun arkasında
ABD’nin verdiği karar vardır. KDP ve YNK yönetimi de Çekiç Güç
Operasyonu temelinde oluştu. Türk ordusuna havadan ve karadan söz konusu
alana her türlü saldırıyı yapma izni verildiyse KDP-YNK’ye de Türk
ordusuyla ilişki ve ittifak halinde olma talimatı verildi. Ortak bir
anlaşmaya gidildi. TC’nin Güney Kürdistan’a karadan ve havadan her türlü
saldırı yapmasının önü açıldı. Bu durum, Güney Kürdistan’ın Türk
işgaline açık hale gelmesini de sağladı. Böylece adım adım Güney
Kürdistan’ı işgal süreci başlamış oldu. ‘Güney Savaşı’ dediğimiz o
kapsamlı NATO planlaması dahilinde gerçekleşen operasyon sonrasında Türk
ordusu geri çekildi ama istihbarat güçleri, özel kuvvet güçleri,
KDP’nin bazı alanlarında KDP birlikleri içinde kaldı.
Türk devleti ‘askeri operasyonlar’la başlattığı saldırıları, hangi yıllarda kalıcı işgale dönüştürdü?
92’deki savaştan itibaren başladı bu süreç. 95’te bu daha
çok somutlaştı, 97 operasyonunda ise zaten Türk tankları Güney
Kürdistan’ın özellikle Behdinan’ın bütün kentlerine girdi. Aylarca Güney
Kürdistan’ın kasabalarında üslendiler, yol geçitlerini tanklara
yerleştirilmiş lazer ve termallerle kontrol ettiler. Onun için TC
devletinin şimdi birçok kentte tankçı birliği vardır. Sadece Bamerne’de
değil, Şeladize’de, Sudi’de, Amediye’de; artık Duhok, Zaxo’nun da birçok
yerinde tank ve topçu birlikleri vardır. Ama bu tank girişleri o zaman
gerçekleşti.
Türk devleti, şimdi bu işgal derinliğini 20
kilometrenin üzerinde ve kalıcı hale dönüştürüp, ‘hedef Kandil’ diyor.
Küresel ve bölgesel güçler de sessiz, böyle mi devam edecek?
Lêlikan’a operasyon 20 km Güney Kürdistan’ın içine girmeyi
ifade ediyor. Daha önceki yıllarda, 90’lı yıllarda daha derinlere girdi
mi? Evet, Hewler’e kadar gitti Türk tankları. Daha iç kesimlerde Türk
ordusunun karakolları var, tankçı, topçu birlikleri var ama sınırdan
operasyonlar belli bir alanı kapsıyordu, sınır üzerinde oluyordu. En
fazla ‘Çelik Operasyonu’nda 10 km derinlik denilmişti. Şimdi Lêlikan 20
km derinlikte. Türk ordusu ve devleti bununla yetinmiyor. Dedikleri şu;
bir yandan Efrîn’den, diğer yandan Xakûrkê’den Kandil’e giderek
Kerkük’te buluşacak; bütün Rojava ve Başûrê Kurdistan’ı fethedecek, TC
sınırlarına katacak. Burası Misak-ı Milli içerisindedir, sahibi biziz…
Şimdi kimse buna ses çıkaramıyor. Kuşkusuz bu hep böyle
kalmaz. Giderek TC’nin aleyhine dönecek bu sınırların bozulması durumu.
Öyle hepsi istediği gibi kendi lehine olmayacak ama en azından şimdilik
kimse böyle ses çıkaramıyor. Köyler boşaltılıyor, yerleşiliyor, karargah
kuruluyor. Türkiye topraklarına katılıyor.
Bab, Cerablus, Ezaz’ın ardından Şimdi Efrîn’de TC yönetimi
kuruluyor. Kaymakam atıyor, yerel yönetim oluşturuyor, kendine bağlı
sistem düzenliyor, demografyayı değiştiriyor ve buna çok fazla bir karşı
çıkış yok. Bradost alanında da aynı şeyleri yapmaya çalışıyor.
Niye yok?
Çünkü ABD’den onay var, eski anlaşmalara dayanıyor.
Anlaşmasız olsala yapamazlar. Bağdat ve Hewlêr yönetimleri, resmen ciddi
biçimde karşı çıksa TC Bradost alanına giremez. Mümkün değil. BM’ye
götürseler, gerçekten karşı çıksalar orada duramaz. Türk ordusu Bradost
alanına girmeden önce Türk Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar Bağdat’a
gitti, planlama yaptılar. Diğer devletler çok fazla BM ve NATO
ilişkileri nedeniyle ses çıkartmıyor. Örneğin Efrîn’e de Suriye devleti
ses çıkarmayınca, hatta TC’yle anlaşmış olduğu açığa çıkınca öbür
devletlere söyleyecek pek fazla söz kalmadı. Bu bakımdan esas şey
Kürdistan’ı egemenlik altında tutan devletlerin anlaşmalarıdır.
Türk ordusu şimdi daha çok hava gücünü kullanıyor, burada somut olarak ABD’nin desteği nedir?
Hava kuvvetleri ve tekniğin yoğun kullanımının temel nedeni; Türk ordusunun kara operasyonu yapma gücü yok.
Şu gerçeği unutmamak lazım; Mayıs 83’ten bu yana Güney
Kürdistan’a dönük bütün operasyonlarında ABD’den destek alıyor. Şimdi
2007’den bu yana hava operasyonlarını da yine ABD onaylıyor ve
destekliyor. ABD desteğiyle oluyor. 5 Kasım 2007 tarihli Bush-Erdoğan
görüşmesinde bu kararlaştırıldı.
ABD sadece onaylayıp desteklemekle yetinmiyor birlikte
yapıyor. Havadan vuruluyor, tank vuruyor, helikopter vuruyor, uçak
vuruyor, bu keşif ve istihbarat temelinde oluyor. Keşif ve istihbarat
çalışmasını Amerika yapıyor. Hedefi Amerika tespit ediyor, TC de
vuruyor. Öyle ortak bir saldırı var, savaş var. 11 yıldır böyledir,
şimdi de aynı durum devam ediyor. O bakımdan savaşın bu yanını da görmek
lazım. Böyle hazır kendisine bilgi veren bir gücü bulduktan sonra TC de
kullanıyor tabi. Böyle bir istihbarat ve keşif gelirse elinde teknik
güç de varsa, bir ordu niye bunları kullanmasın? Daha kolay, daha rahat,
daha risksiz oluyor. Korkuyor, ürküyor, o bakımdan karadan girmede son
derece ihtiyatlı, dikkatli, dar alanlarda bunu yapıyor, güç yoğunluğu
oluşturarak yapıyor. Yine de hava gücünü ağır bir biçimde kullandıktan
sonra yapıyor. Ama genel alanda tank, top, uçak gibi teknik gücü
kullanıyor. Çünkü ordusu zayıf, darbe yedi. Aslında Türk ordusu savaştan
düşmüş bir ordudur. Karşı karşıya gelerek savaşacak bir hali yok. Öyle
cephede, mevzide savaşacak bir hali yok. Teknik güç olmasa adım bile
atmıyor, atamıyor. Ancak teknikle vuruyor ondan sonra askerleri vurulan
yere gidişine ikna ediyor.
Geçen 35 yıllık süre içinde gerçekleştirilen ve adım adım işgale dönüşen saldırılar, amaç ve hedeflerinde başarılı oldu mu?
80’li yıllarda ve 90’ların başında gerillayı darbelemek,
ezmek, üslenmesine imkan vermemek, hareketliliğini engellemeye dönüktü.
Fakat bunda başarılı olamadılar.
Ondan sonra ABD ile KDP-YNK’yi devreye koyarak 92’den
itibaren daha kapsamlı bir saldırı süreci başlattılar. Bu giderek kalıcı
işgale dönüşen saldırı sürecinin başlangıcı oldu. Hakim olabilmek için
alanda güç bırakmayı öngördüler. Gizli birliklerle başladı, daha sonra
tankçı ve topçu birlikleri, Başika’daki güce kadar gitti. Niteliği ve
niceliği değişti. İşgal gücü düzeyine geldi. Artık büyük kampları;
tankçı birlikleri, topçu birlikleri, büyük askeri birlikleri var.
Örneğin bir Kani Masî’de bin kişilik kuvvet var herhalde. Boydan boya
büyük bir askeri alan. Başika öyle bir alan konumunda.
Bu savaşa katılan Türk generalleri anılarında “Biz bu
operasyonları yaparken tek amaç üzerinden yapmıyoruz. Öyle sananlar
yanılıyor. Bir çok amacı birden yürütüyoruz. Hedef gösterdiğimiz,
herkesin bildiği amacımız PKK’yi vurmak. Bunu hedefliyoruz, vuruyoruz.
Ama sınır ötesinde bir askeri saldırıyı sadece bunun için yapmıyoruz.
PKK’yi vurarak etkisizleştirmeyi hedefliyoruz. KDP’yle YNK’yi denetime
alarak, kontrole alarak, onların yanına yerleşerek etkisiz hale
getirmeye çalışıyoruz. Toplumu korkutarak ya da birtakım şeyler vererek
kendimize bağlıyoruz, ticaret alanı haline getiriyoruz” diyor. Şimdi
böyle çok yönlü amaçları var. Buradan bakıldığında, gerillayı ezdiler
mi? Ezemediler, başarısızdır. Fakat, KDP’yle YNK’yi denetim altına
aldılar mı? Aldılar elbette. Bu kadar işgal gücü var, çıkartamıyorlar
işte. Ötesi Güney Kürdistan bir ekonomik sömürge haline geldi. Mevcut
durumda Türkiye’de kullanılmayan bütün artık mallar Güney’e gönderiliyor
ve Güney’de satılıyor. Üretimsiz, başka yerle ticaret yapamayan Güney
halkı çoğu kullanım zamanı geçmiş, değeri kalmamış, belki de öldürücü
nitelik taşıyan Türk mallarıyla beslenmeye çalışılıyor. Yiyecek öyle,
giyecek öyle, TC’nin artıkları Güney Kürdistan’da topluma sunuluyor ve
böylece bir toplum çürütülüyor. İki, ekonomik kazanç sağlanıyor. Bunlar
bedava olmuyor. Müthiş bir sömürü yaşanıyor Güney Kürdistan’da. TC ve
onun işbirlikçileri kazanıyor. Bu anlamda belli sonuçları vardır. Hem
ekonomik sömürü alanında sonuçlar var hem de Güney Kürdistan’ı şimdiye
kadar denetim altında tutmuş olmaları bir başarıdır. TC tümden
başarısızdır denilemez yani. Bu sonuç önemlidir.
Eğer böyle olmasaydı TC’nin Kürtleri şimdiye kadar böyle
tutabilmesi, Kürt sorununu kabul etmeyen, çözmeyen konumda kalması, Kürt
katliamları yapması mümkün değildi. Kesinlikle onu öngöremezdi, öyle
yapamazdı. 35 yıl geçti hala diretiyor, çözmüyor sorunu, tersine
soykırımı tamamlayacağı umudunu taşıyor. Böyle bir durumda Güney
Kürdistan’daki varlığı, Güney’e dönük işgal operasyonlarının yarattığı
sonuçlar önem taşıyor. Onlar TC devletine bu umudu, şansı veriyor. Bunu
bilelim. Yoksa Bakur’daki gibi Başûr’da da TC’ye karşı ortak bir savaş
olsaydı hem bu oluşan güç birliği Türk ordusunu Ankara’dan bile kovardı
şimdiye kadar, hem de böyle hala Kürt gerillasını ezerim, Kürt
soykırımını sürdürürüm, sonuca götürürüm umudu ve hesabı içinde olamazdı
TC devleti. Umudu kırılırdı, hesapları bozulurdu, vazgeçerdi ondan. Ama
hala yapmıyorsa bu mevcut operasyonlardan elde ettiği bir sonuç olarak
görmek lazım. Tümden başarısız denilemez.
TC’nin hedefi, amacı bu operasyonlarda sadece bunlar
değildi; PKK’yi yenmeyi, gerillayı ezmeyi hedefliyordu. Peki ezildi mi
gerilla? Başlangıçta küçük birliklerdi, birkaç yüz kişiydi şimdi on
binler olmuş. Başta sınır üzerinde Botan’da, Kuzey Kürdistan’ın bazı
alanlarında hareket ediyordu şimdi dört parça Kürdistan’a yayılmış. Peki
PKK engellendi mi? PKK adı sanı bilinmez küçük bir gruptu o zaman,
şimdi bütün dünyanın tanıdığı bir örgüt haline gelmiş. Amerika’da,
Afrika’da, Asya’da PKK’nin bayraklarıyla mitingler oluyor. Kadınlar,
gençler binler halinde, on binler halinde Kürt halkının mücadelesini
destekliyor, TC sömürgeciliğine karşı çıkıyor. Önder Apo’yu tanıyor,
Önder Apo’nun paradigmasını öğrenmeye, o temelde kurtuluş mücadelesini
geliştirmeye çalışıyor. PKK’den moral alıyor, güç alıyor, cesaret
alıyor. PKK’yi ve Kürt halkını tanıyor. PKK sadece Kürdistan’da ve
Ortadoğu’da büyük bir güç haline gelmiş değil, bütün dünya tarafından
tanınan; halkların, gençlerin, kadınların tanıdığı; güç, moral ve ilham
aldığı büyük bir Özgürlük Hareketi haline gelmiş durumda.
Bu da gösteriyor ki; TC saldırıları başarılı olamamıştır.
PKK’yi denetleyemedi. Gelişimini de önleyemedi. Belki Kuzey Kürdistan’da
çözümü engelledi ama PKK’nin bir dünya gücü haline gelmesini, tüm
ezilenlerin kurtuluş umudu ve özgürlük öncüsü haline gelmeyi
engelleyemedi. PKK için de en büyük değer bu. En büyük gelişme bu.
Önder Apo, “Umut zaferden daha değerlidir” diyor. Böyle
bir gelişme, dünyaya yayılmış bütün ezilenlerin umudu haline gelmiş bir
özgürlük hareketi olma birkaç şehirde yönetim olmaktan çok çok daha
anlamlıdır, değerlidir. Çok daha büyük bir devrimci içeriğe ve değere
sahiptir. Bu gerçek bilinmeli. İşte PKK böyle bir gelişme yaşadı. TC
işgal saldırıları değil bunları engellemek, aslında ona karşı doğru
durulur, iyi mücadele edilirse bu savaştan yararlanarak bu gelişmeleri
yarattı PKK. O halde tabi ki sonuçlar PKK cephesine karşı başarısızdır.
Türk ordusu ve devleti başarısız, sonuçsuz kalmıştır. Halı hazırda
özgürlüğe her zamandan daha yakın PKK. Zafer umudu daha da güçlü. Bu
gerçeklik Kürdistan’daki bütün örgütleri etkiliyor, KDP-YNK’yi daha
fazla etkiliyor. Eski konumlarını sürdüremez hale getiriyor.
Kürdistan’ın çehresini de adım adım değiştiriyor.
BEHDİNAN
Yorumlar
Yorum Gönder