Ahmet KAHRAMAN
Türk devletinde, terör (korku) uygulamaları, Türk
zeminini zapt u rapt altına almayı ön görüyor, ama bir süre sonra, o
kesim bırakılıyor, Kürtleri hedef alan belalar bütününe dönüşüyordu.
TC’nin başlangıç yıllarında, olağanüstü yetkilerle
donanımlı İstiklal Mahkemeleri, askerlikten firarın önüne geçmek ve
rejim karşıtı Türkleri sindirmek için, yürürlüğe kondu. Ama bir süre
sonra, bu iki unsur kenera itildi. Kürtler, tek başına hedefe oturtuldu.
İstiklal Mahkemeleri, kelle biçen tırpana dönüştü.
İskan Kanunu, geniş kapsacıydı. Ancak, bu kapsam
daraltılarak, Kürtleri yurtlarından süren zulmün kılıcı olarak
kullanıldı. 1920’lerde başlayan sıkıyönetim rejimleri, terör devletin
Kürtler için biçimlediği hayat tarzı olarak işledi.
Kürdistan, 1950’ye kadar, postal, dipçik ile namlu
arasında sıkıştırıldı. Kürt’ün ülkesi Kürt’e yasak ilan edildi. Kürt,
izinle kendi toprağına girip çıkmaya başladı.
Baskı kolanları bir ara gevşedi. Ancak 1960’dan itibaren
her on yılda bir gelen askeri darbelerle, başı hiç beladan kurtulamadı.
Türk seçkinleri, iktidar için gırtlaklaşıyor, Kürtler ayak altı
oluyordu. 1960 başlayan sıkıyönetimler zinciri birbirine eklenerek
uzadı. Sonra, Kürtlerin başkaldırısı ile daimileşti.
Demek oluyor ki, hiç bir zaman hak ve özgürlükleri
tanımadılar, kendileri efendi Kürtler ise kendi anayurtlarında ayak
altıydılar.
Türk hukuk ve yasaları önünde de asla eşitlik olmadı.
“Hukuk, herkes için”dir yalanı, daimi olarak havada asılı kaldı. Anayasa
ve yasalar karşısında öylesine bir eşitlikti ki bu, Kürtler insan
yerine de koymuyordu. Kürdistan’da çavuşlar, onbaşılar, polis
neferlerinin dipçik, postal ve namlular anayasaya ve insani hak ile
özgürlükleri temsil eden yasaydı. Çavuş, onbaşı ve polis neferi, gaddar
çoban Kürtler sürüydü. Kürtlerin sıkıştırıldığı alan da yasak ve inkar
çemberiydi. Bu çemberin içinde yıkım, yangın ve cinayetler
bılklanıyordu.
Kürtlerin eşit haklara sahip yurttaş sayıldığı tek an,
kendini inkar ile Türklüğü yüceltme koşuluyla, seçim zamanıydı. Kürtler,
Türklerin başlara baş olma davalarını kendi davaları yerine koyup
sandıklara gidiyorlardı. Seçilenler, ertesi gün bir koşu Ankara’ya gidip
Türklüğe, Türk tipi demokratik cumhuriyete sadakat ve “TC’yi
kalkındırıp heybet ve hiddetini arşa yükseltmek“ üzere yemin
ediyorlardı.
Fakat o yalan, bu yalandı. “Demokratik cumhuriyet” olgusu
temelinden yalandı. Gerçekte ne demokratikleşme, ne de batılı anlamda
cumhuriyet vardı! Ölüm, yıkım ve zindan Türk’ün Kürtlere biçtiği hayat
biçimiydi. Demokrasi yalan, cumhuriyetçilik dolandırma biçimiydi.
Kürtlerin başkaldırısı ise değişmeyen bu vahşi
utanmazlığın sonucuydu. Kürtler, 1990’larda sivil siyaset alanında da
başkaldırdılar. “Kürdün oyu Kürde” diyerek.
Böylece, Kürt adaylar seçmene yol, su, elektrik, sağlık
hizmeti, çalışmak isteyene iş, aş sağlama yalanına batmaktan kurtular.
Bütün istemlerin başına, Kürt halkının özgürlüğünü oturtarak…
Ve tabii, haydutlara has terörle dayandılar kapılarına.
Zindan işletmeciliğine başladılar. Kurulu yapıları kapattılar. Biri
kapandıkça yenisi açıldı. “Kendi uygulamalarına rağmen, bunun önüne
geçemediler. AKP Faşizmi, terörü tahkim ve bütün seçilmişleri esir
alarak korkuyu (terör) yaygınlaştırdı. Ama nafile…
Çünkü, yaşanan gün, dünün (1920’lerin) devamıdır. Bugün
yaşayan HDP de, çözüm sürecine uydurulmuş DEP, HEP ile DEHAP ve
ötekilerdir. Selahaddin Demirtaş da, bugün sahnede olmayanların
soyundan…
Kürtler, “Sılhedin” diyorlar adına. Herkesin anlayacağı
dille, Münafıkın zulmün direnen filozofik “Rüstemê Zal”dır. İnsan
oldukları için, Münafık tarafından savrulan savurduğu Osman Baydemir,
Hasip Kaplan‘la aynı öfke çağındandır, o. İdris Baluken, Encü ve Zeydan
ise bir sonraki kuşağın isyancıları…
Sılhedin ile arkadaşları, yaralı Kürdistan’ın
çocuklarıdır. Onlar, has bahçelerden sapı dikensiz güller dermek için
değil, vicdanını kazancın kirli, kanlı yollarına sermiş dolandırıcıyı,
dini kazancına yem yapmış Münafık’a karşı durmak için öne çıktılar.
Dahası belayı biliyor, tanıyorlardı.
Onlar bugün esir. O halde Kürt, gün senin günün. Eski Kürt
yiğitlerinin sözü günüdür. “Çi dibe bila bibê” zamanı. O halde,
zebanileşen münafıka esir çocuklarına sahip çıkma günüdür.
Yazık, ne olursa olsun Sılhedin düşmanına mahçup olmamalı.
Dinli, dindar görünen dolandırıcı, oy kullanacağın sandığı
da tutukladı. Sahip çıkmazsan oy niyetine içine attığın hayallerini
çalacak. Ona inat gitmelisin, sandık başına. Hırsızın gözlerinin içine
baka baka, oyunu kullanmalı, sonra da çalmaması için gözcü durmalısın.
Bu da direniştir!
Sılhedin için ve zindanda, sürgünlerde olan bütün Kürtler adına, sen diren Kürt!..
Sorunun katiline karşı direnenleri, mahçup etme!..
Yorumlar
Yorum Gönder