Abdurrahman AYDIN
Pek çok şey kesintiye uğrarken, üstelik kesintiye uğrayan
şeyler öyle basit alt akıntılar da değillerken, orta sınıfın sembolik
mübadelesi, sembolik alışverişi kesintiye uğramıyorsa, üzerine düşünmek
gerekiyor bunun. Ne türlü bir sembolik mübadele söz konusudur? Alış
verişi yapılan öğeler nasıl öğelerdirler? Nedirler? Ve biz özne bu
sembolik alış veriş süreci içerisinde nasıl bir özne olarak oluşup
ortaya çıkar?
Orta sınıf derken maddi olarak orta sınıf mensubu olmaktan
ya da olmamaktan değil, egemen fikirler bağlamında bir şeylerden söz
ediyorum. Eğitimli fakat sınıf atlayamamış çoğumuzda beliren hınç
duygusuyla eğitimli ve sınıf da atlamış kimselerin plazalarda
umduklarını bulamadıkları için geliştirdikleri hınç duygusu aynı
duygudur; temelinde bireysel maddi imkânlar değil, orta sınıfın
terimleriyle, duygularıyla, kategorileriyle kavranmaya çalışılan bir
dünya tasarımı bulunur. İşte bu dünya tasarımı ile bireysel biriciklik
iddiası arasındaki yarılmadır hınç duygusunu üreten. Siyasal bir öfkeden
değil, ancak benzerine ya da benzer kabul ettiğine, benzer olduğunu
varsaydığına yönelen bir duygu olarak ‘hınç’tan söz ediyorum. Hınç
rekabetçi bir duygudur; bu nedenle benzere yönelir; çünkü insan talep
ettiği bir yer nedeniyle rekabete girer ve talep ettiği bu yeri ancak
benzerlerinin talep edebileceğini de örtük olarak bilir. Rekabet, hıncı
anksiyetik bir duygu kılar. Daima bir karşılaştırma içerir hınç. Kendi
varoluşuyla başkalarının varoluşu arasındaki bir karşılaştırmadan ve bir
türlü kendinden emin olamamaktan türeyip gelir. Kendinden emin
olamaması durumunu da bir tür iade ile yatıştırma arayışına girer hınçlı
özne. İade edilen şey, negatif bir öğedir. Kendi üretimi olan, kendi
içinde üreyip çoğalan bu negatif birikim fazlalaştığında bunu sağa sola
dağıtmaya başlar; adına da eleştiri der. Eleştirel düşüncenin bu kadar
itibarsızlaşmasının, nedeni orta sınıfların sesinin bu yüksekliği
içerisinde eleştirinin kaybolup gitmesidir.
Orta sınıf bir kavrayışla dünyayı kavramaya yönelmiş kişi,
herkesi dünyayı kendisinin tasarımladığı gibi tasarlamaya zorlar.
Eleştiri adı altında yaptığı şey de gerçekte kendi tasarımına çağırmak,
örtük olarak kendi biricikliğini öne sürmektir. Bu nedenle açık bir
talebi olmaz orta sınıfın; birtakım sinsi stratejilerle, muhataplarına
açıkça talep etmediği yerin aslında kendisinin hakkı olduğunu söyletmeye
çalışır. Hakikati görmektedir çünkü kendisine göre; hem de kimsenin
göremediği gibi görmektedir. Bu strateji işlerse eğer, geldiği yerin
sorumluluğunu üstlenmemesinin yolunu da döşemiş olur böylelikle. Orta
sınıfın maskelenmiş arzuları vardır; açık talebi yoktur. Orta sınıf
mensubu, talepsizliğiyle, sahih anlamda bir sorumluluk alamamaya da
mahkûmdur. Konumlar işlevleri açısından değil kendileri açısından
değerlidir onun için.
Alt sınıfların aksine orta sınıf talep etmez; seçilmeyi,
işaret edilmeyi bekler. Anksiyetik derken kast ettiğim de böyle bir
durum. Kendinden emin olabilmek için başkasının onayının arayışındadır.
Alt sınıfların açıkça talep ediyor olmalarını bayağı bulur; onlarla
arasındaki psişik ayrımı da sürekli yeniden kurmalıdır. Üstelik siyasete
de bulaşmışsa, bu ayrımı kurma hali bazen bizzat o alt sınıflar adına
söz üreterek de yaptığı bir şey halini alır. “Onlar kendilerini temsil
edemezler, temsil edilmeleri gerekir” biçimli bir oto-oryantalizm iş
başındadır. Gölge temsil, gerçek ve somut bir temsilin, entelektüel
temsil siyasal temsilin arayışına girer. İşte bu ikisi arasındaki mesafe
bir hınç üretmeye başlar. Dikkat ediniz, orta sınıf kendisini
burjuvadan değil, alt sınıflardan koparma eğilimindedir. Üstelik onları
temsil ederek koparma arayışına girdiği de çok olur.
Temsilin doğasında vardır bu. Temsil bir şeyin, içerisinde
yer almadığı bir dünyada bir başka şey tarafından temsil edilmesinden
ibarettir. O halde temsil örüntülerinin dünyasında zaten temsil edilene
yer yoktur; zaten orada olmadığı, olamadığı için temsil edilmektedir.
Buna karşılık vekil, adı üzerinde, vekâlet edendir. Bu da ona oy
verenleri onun müvekkili yapar. Vekil kimseyi temsil etmez; temsil
ettiğini sandığı kimselerin kavgasını vekâleten yürütmekle mükelleftir.
Orta sınıfın temsil arzusu, bir simgesel mübadele
ekonomisinin içerisine yerleşir. Kendisini alt sınıflardan, onlardan
birikmiş bir öğeyle ayırır ve bu birikimi kendi şahsında somutlaştırarak
bir denklem kurar. Bu denklemde binlerce insandan oluşan bir birikim
ancak küçük bir azınlık durumundaki elitlere denk düşer. Orta sınıf,
temsilin oluşturduğu birikim aracılığıyla üst-sınıfla eşitlenme
arayışındadır. Gerçek arzusu budur, ama talepsiz, kalender görünümüyle
bu arzusunu maskeler. “Arayan bulamazmış da aranan bulunurmuş” diye bir
söz vardır. Orta sınıf arzulamıyormuş gibi görünerek orta yerde dolaşır;
aranır. Bulunmayı, değerinin anlaşılmasını arzular, ama bunu saklar. Bu
nedenle temsil örüntülerinin üst basamaklarıyla girmiş olduğu simgesel
mübadeleyi de gizleyebildiğini zanneder. Fakat değerinin anlaşılmadığı
hissine kapıldığında görünür olan hıncı, bu simgesel mübadeleyi de
görünür kılacaktır. Bütün olumsuzlukları, eleştiri görünümü altındaki
değersizleştirme çabalarını tam da kendilerinden kopmaya, aralarından
sivrilmeye çalıştıklarına yöneltir. Negatifin mübadelesi böyle bir
şeydir ve böyle bir şeyden sakınmanın belki en iyi yolu da böylesi bir
negatif alışverişe, böyle bir ticarete hiç girmemektir.
Yorumlar
Yorum Gönder