Aziz TUNÇ
Erdoğan, Kürtlerle savaşa yöneldiği ve çözümden kaçtığı
için Türk devletini yönetememektedir. Bu yönetememe krizini önce, MHP/
Bahçeli ittifakıyla aşmaya çalıştı. Kürtlere karşı sürdürülen savaşın
etkisi, bu ittifakın da işlevsiz kalmasına yol açtı ve Erdoğan
yönetememe krizinde kurtulamadı. Bunun üzerine hırsızlık için gerekli
hazırlıklar yapılarak baskın seçim yoluyla kendisini Padişah/Halife ilan
edip içinde bulunduğu krizden kurtulmaya çalışmaktadır.
Bu noktaya nasıl gelindiğinin anlaşılması, bugünün de
anlaşılmasını sağlayacaktır. Erdoğan, 7 Haziran seçimlerini
kaybedeceğini görür görmez başlattığı ve aralıksız devam ettirdiği, KHK
aracılığıyla artırarak sürdürdüğü bir baskı rejimiyle saltanatını
korumaktadır. Bu baskıları en yoğun yaşayan kesimin HDP’liler olduğu
cümle alemin malumudur.
HDP’ye ve demokrasi güçlerine karşı yapılan bunca zulmü
Erdoğan tek başına yapmadı elbette. HDP’li vekillerin mahpusa
konmasının, CHP’nin özel katkısıyla, parlamento dışındaki diğer
partilerin aktif desteğiyle, sağlandığı bilinmektedir. Erdoğan, elindeki
devlet olanaklarıyla kan akıtır, acı çektirirken, yanı başındaki
partiler olarak, CHP’si, İyi Parti’si, Saadet Partisi ve bilumum diğer
partiler, el pençe divan durmuş görev bekliyor, ya da “eline kuvvet daha
fazlasını yap” diye yüreklendiriyorlardı. Bugün Kürtlere sıcak mesajlar
gönderen irili ufaklı partilerin hepsi, Erdoğan/Bahçeli diktatörlüğünün
suç ortakları olarak katkı sunuyorlardı.
Dün Erdoğan, meydanlarda ve yandaş medyasında, “kırmızı
görmüş” gibi, HDP’lilere hakaret eder ve savcılara talimat yağdırırken,
hiçbir partinin hiçbir yetkilisi, ağzını açmamış, en küçük bir itiraz
cümlesi kurmadı. Altı milyon oy almış bir partinin eşbaşkanları S.
Demirtaş ve F. Yüksekdağ’ın evleri korsanca gözaltına alınıp
tutuklandıklarında, bugün Erdoğan’a karşı olduklarını söyleyenlerden hiç
kimse, bu korsanlığa karşı kılını bile kıpırdatmadı.
HDP’li siyasetçiler birer suçlu gibi, yollarda,
havaalanlarında, kitle çalışmasına giderken, parti binalarında veya
evlerinde, fütursuzca göz altına alınarak tutuklandıklarında, bugün
demokrasi havarisi kesilen partilerin hangi yetkilisi bu zorbalığa karşı
aykırı bir ses çıkarttı?
Böyle durumlar için çok isabetli bir halk deyimi vardır,
“taşları bağlamışlar…” diye başlayan, devamı biliniyor, yazmak okuyucuya
saygısızlık olur. İşte öyle günlerden geçmekteyiz. Ve daha önemli olanı
da bu durum ne yenidir ve ne de geçicidir. Belirtilen yok etme/yok
sayma politikaları, Türk devletinin stratejik politikalarının günümüze
yansımasıdır.
Aynı durum seçimlerin gündeme gelmesiyle birlikte,
insanlık adına utanç verici bir biçimde güncellenerek, HDP,
dışlanmıştır. Bir yanda “Cumhur İttifakı”, diğer yanda “Millet İttifakı”
kurulurken, HDP’ye cüzzamlılar muamelesi yapılmıştır. Mesele ittifak
yapıp yapmamak da değildir, mesele çok istedikleri cumhurbaşkanlığını
kazanmama riskini göze alarak, sonucu belirleyeceği çok açık olan HDP
ile ittifaktan uzak duracak kadar derin bir Kürt düşmanlığıdır. O
nedenle üç tane oyu olup olmadığı bile belli olmayan partilerle ittifak
yapabilmek için kapılarında nöbet tutulurken, HDP’nin adını bile ağzına
almayarak HDP’ye ve milyonlarca HDP’liye karşı yapılan onur kırıcı
saygısızlık basit bir durum olarak kabul edilemez ve HDP’liler bunu hiç
unutamazlar.
Bütün bunların yapılmasından çok kısa süre sonra, sanki
hiçbir şey olmamış gibi ve sanki kafalarına balyoz düşmüş de
akıllanmışlar, hidayete ermişler gibi, hepsi birden, Demirtaş’ın adını
içeren cümleler kurmaya başladılar.
CHP’nin adayı Muharrem İnce, Silivri mahpusunda Selahattin
Demirtaş’ı ziyaret etti. Arkasında faili meçhul cinayetlerin prensesi
M. Akşener’den tutalım da AKP’ye ve irili ufaklı diğerlerine kadar bütün
partiler, Demirtaş’la ilgili güzellemeler yapmaya, serbest bırakılması
da dahil, çeşitli önerilerde bulunmaya başladılar. Elbette bu ziyaret ve
diğer gelişmelerin hepsinin az çok bir anlamı vardır. En başında bu
ziyaret, niyetlerden bağımsız olarak, HDP’ye ve Demirtaş’a karşı izlenen
zorbalığın ve ötekileştirmenin teşhir ve mahkum edilmesine katkı
sunmaktadır. Bu ziyaretle, HDP’lilerin dışında kalan toplumsal
kesimlerin de bu tutuklamayı onaylamadığının kamuoyuna yansıması
demokrasi mücadelesine güç verecektir.
Lakin bu ziyaretten daha fazla sonuçlar beklemek doğru ve
gerçekçi değildir. Toplumun kahır ekseriyetinin vicdanında kabul
görmemiş olan bu tutuklamanın bütün siyasal gerekçeleri ortada
kaldırılmadığı sürece, mahpus ziyaretiyle kimse demokrat olmaz/olamaz.
Gerek M. İnce’nin S. Demirtaş’ın ziyareti ve gerekse diğer
partilerin açıklamalarının tamamı, meşruiyeti olmayan bir tutuklama
zorbalığının yarattığı basıncı azaltmak ve bunu yaparken de HDP’lilerde
oy çalmaktır. Çünkü hepsi biliyor ki seçimlerin sonucunu Kürtler,
Aleviler ve demokrasi güçleri belirleyecektir.
Bunun için bütün partiler, Kürtlerin “gönlünü almak”
zorunda kalıyorlar. Türk siyasetçileri, ezebildikleri kadar ezdikleri
Kürtleri, isyan ettiğinde, birkaç gönül okşayıcı sözle kontrol altına
alabilecekleri “evin yaramaz çocuğu” olarak görmeyi tercih ediyorlar. Şu
an “evin yaramaz çocuğuyla” barışmak için her şaklabanlığı yapıyor,
şeker verip aldatabileceklerini sanıyorlar. Halbuki, doğru olan toplumun
sorunlarını çözmektir.
Boşuna heveslenmesinler, Kürtler ve Aleviler,
aldatılamayacak kadar bilinçli ve örgütlüdürler. O nedenle kim ne
yaparsa yapsın bu süreci de, seçimi de Kürtler, Aleviler ve demokrasi
güçleri kazanacaktır.
Çözüm isteyen herkesin HDP’yi aldatmaya değil, HDP’ye ihtiyacı var.
Yorumlar
Yorum Gönder