Kürt halkının maddi ve manevi kültürü köklü ve
zengindir. Bu zenginlik Kürtlerde toplumsallığı güçlü kılmıştır.
Kürtlerin halk ve toplum olarak yabancısı olduğu kültür, iktidar ve
devlet kültürüdür. Kürtler Mitanni ve Med imparatorlukları gibi çok
sayıda büyük devletler de kurmuştur. Fakat halk olarak Kürtlerin
yaşamında her zaman belirleyici ve etkili olan daha çok demokratik
komünal kültür olmuştur. Bu nedenle Kürtlerin kurduğu
devletler tam olarak ne klasik köleci devletler ne de despot feodal
devletler gibi olmuştur. Halkın büyük çoğunluğu kurulmuş devlet
iktidarlarına rağmen tıpkı günümüzdeki gibi özgünlüğünü korumayı
başarmıştır.
Kürt insanı, emekçi, saf, iyi niyetli, samimi ve dostluk
gibi kişilik özelliklerinin ağır basmasından kaynaklı, karşısındaki art
niyetli bile olsa çoğu kez kendisi gibi sanabilmektedir. Bu özelliğinden
ötürü birçok kez yabancı devletlerin gerçek yüzünü ancak uğradığı büyük
haksızlıklar su yüzüne çıkmaya başladığında anlayabilmiştir. Örneğin
Türk devletinin kurucu kadrolarının dayandığı temel güç, Kürtlerdi. Bu
kadrolar masa başına oturduklarında Kürtlerin emek ve çabalarını inkar
etmiş, Kürtleri arkadan hançerleyerek, Kürdistan’ı dörde bölünüp
Kürtlerin inkar ve imha edilmesine giden yolun açılmasında baş sorumlu
olmuştur. Kürtler bu ihaneti zamanı geçtikten sonra ancak görebilmiştir.
Bugün de ABD, Kürtleri aldatacağını sanmaktadır. Oysaki
Kürtler ABD’yi önderliklerine dönük geliştirilen devletler arası
komploda yakından tanımıştır. ABD’nin Devletler arası komploya öncülük
ettiğini, önderliğini esir ettiğini, Kürtler asla unutmayacaktır. Komplo
ABD’nin Kürt halkına yaptığı en büyük düşmanlık olarak tarihe
geçmiştir.
Barak Obama’nın TBMM’de Ahmet Türk’ü Kürt sıfatıyla kabul etmesi, Kobanê’de DAİŞ’e karşı başlatılan hava saldırıları, Kürtlerin belli
bir kesiminde ‘ABD Kürtlere özeleştiri mi veriyor’ fikrini ve duygusunu
uyandırmıştı. Fakat bir kaç gün önce, ABD’nin Kürdistan Özgürlük
Hareketinin üç öncüsü hakkında aldığı düşmanca karar, ABD’nin Kürt
halkına dönük art niyetli siyasetinin değişmediğini bir kez daha
göstermiştir.
Aslında ABD’nin Kürt halkına dönük art niyetli
politikaları Efrîn işgali sırasında da açığa çıkmıştı. ABD’nin son
düşmanca kararı, Kürt halkının genelde devletleri özelde de ABD’yi
güncel gelişmeler bağlamında da daha iyi tanımasına hizmet etmiştir.
Efrîn işgali sürecinde ve öncesinde ABD, Kürtlere, ‘bizim Fırat’ın
batısına dönük her hangi bir politikamız yoktur’ demiştir.
Ancak Türk
devletinin İdlib’teki çetelerine dönük Rusya ve Suriye rejiminin
‘İdlib’e operasyon yapacağım’ demesiyle ABD’nin idlib’teki çetelerin
koruyucusu olduğunu görüverdik. Böylece ‘Fırat’ın batısına dönük
politikam yok’ derken yalan söylediği, Kürtlere dönük ikiyüzlü
davrandığı netleşmiş oldu. Kürdistan özgürlük hareketinin üç öncüsü
hakkında verdiği kararla da son bir kaç yıldır Rojava Kürtleri ile içine
girdiği ilişkinin ittifak anlayışına dayanmadığını, çok açık bir
biçimde göstermiştir.
Yaşanan bu gelişmeler Kürtlerin şu gerçekleri daha
derinden anlamasını sağlamış oldu; Birincisi Halk önderi sayın Abdullah
Öcalan’ın esaret altında tutulması demek, ABD ve AB’nin Kürtleri halk
olarak tanımaması, haklarına saygı göstermemesi, faşist Türk devletini
desteklemesi demektir. İkincisi bir yanda PKK-KCK yöneticilerinin
yakalanması için ödül koyup öbür yanda ‘QSD-YPG’yi terörist görmüyoruz’
demenin büyük bir alçaklık ve sahtekarlık olduğudur. ABD’nin bu iki
yüzlü tutumunun anlamıysa, yeri ve zamanı geldiğinde Rojava Kürtlerini
ve kuzey-doğu Suriye federasyonunu Ortadoğu’daki siyasi çıkarlarına
kurban edebileceğidir.
Tabi ki Kürtler bu saldırganlığa karşı çok değişik
biçimlerde tepkilerini gösterecektir. Böyle bir karara verilecek
cevaplardan birinin de her Kürt anne ve babasının çocuklarına Kürt
halkının düşmanlarını tanıtması, adlarını ezberleterek hafızalarına
kazıması, halk önderi Öcalan’ın esaretini hatırlatması olacaktır.
Örneğin Kürt anne ve babalar her gün sabah çocuklarına yemek verdiğinde
‘ABD bize düşmanlık eden başlıca devlettir’ diyerek en pasif tepkisini
ortaya koyabilmelidir.
ABD’nin Türkiye’ye dönük siyaseti üç aşağı beş yukarı
bilinmektedir. ABD’nin Türkiye’deki çıkarlarını korurken Kürtleri kurban
etmek istemesi asla kabul edilemez. Kürt halkı varlığı inkar edilen bir
halktır. Kürtlerin mevcut durumu ne kendilerinin ne de başka bir
devletin üzerlerinden taviz vererek politika yapacağı bir durumdur.
Mevcut durumda Kürtler üzerinden taviz vermek demek Kürtleri geriletmek
ya da zayıflatmak demek değildir. Yok etmek demektir. Dolayısıyla
ABD’nin aldığı son karar Kürt halkının varlığına kastetmek anlamına da
gelmektedir.
Sonuç itibarıyla olup bitenleri hem güncel gelişmeler hem
de tarihsel gelişmeler bağlamında ele almak daha doğrudur. Güncel durum
III. Dünya savaşı içinde olmamızdır. Bu savaş bir süredir Kürdistan
merkezli yaşanmaktadır. Kürtlerin Özgürlük Hareketi ile kazandıkları
yeni kişilik özellikleri bu savaştan zaferle çıkmanın garantisidir. Kürt
halkının öncü hareketi ve dostları ne ABD’nin ne başka bir gücün
çıkarları için Kürtleri pazarlık masasına yatırmasına izin
vermeyecektir. Tıpkı II. Dünya savaşında Hitler’in yanında olanlar gibi,
III. Dünya savaşında da çağın Hitler’i olan Erdoğan’ın yanında olanlar
kaybedecektir.
Yorumlar
Yorum Gönder