Avrupalı Kürtlerin gösteri maratonu


Kürtler, hiç kimseden, hiç bir şey istemiyorlar. Ondan, bundan, hiç kimseden, herhangi bir toprak talepleri de yoktur. Onlar, sadece ve yalnızca, yer yüzündeki bütün halklar gibi, ana yurtlarında kendi kimlikleri, yaşama biçimleri ve özgün kültürüyle, kendileri olarak yaşamak istiyorlar. Ana dillerinin lirik tadını çıkarıp özgürlüğün tadına varmak…
Köleci çemberden kurtulmak istiyorlar. Budur sevdaları. Ahmed Arif’in deyimiyle, bu sevda uğruna “ölümlere gidip geliyor”lar.
İstiyorlar ki, 85 yaşındaki Sisê Nineler, yalnızca Kürt olduğu için, mahpus ranzasına prangalı olarak ölüme yatırılmasın. O, etrafını saran torunlarına Memê Alan destanını anlatarak nineliğin tadını çıkararak, hayat parantezini kapasın…
Kürt diyarı Lice’nin 73 köyü, zemheri soğuklarında davarı, doluğuyla birlikte keyfi olarak, ev hapsinde esir tutulmasın…
Bir Kürt bebeği doğarken, barbarın pençesini ensesinde hissetsin.
Başka bir şey istemiyor, Kürtler.
Kürdistan’ın onurlu halkı, bu soysuz, onursuz çemberi yarıp parçalayarak, el konulmuş, ayak altı edilmiş onurlarını kurtarmak istiyorlar. Bu uğurda, bedeli ölümse ölümlere koşuyorlar. Yoksa ölümü kutsadıkları için değil…
O nedenle, her onurlu Kürt, kavga bütününün bir parçasıdır.
Ana yurttan savrulup can havlıyla, dünyanın farklı kıyılarına vurmuş Kürtler de, bulundukları yerlerde, başlarını kaldırıyorlar. İmkanlar dahilinde, direnen ana yurda maddi katkı ve moral destek sunuyorlar.
Barbar darbe sızısını hissettiklerinde, dinleyecek bir vicdanlıyı bulma umuduyla, sokaklara çıkıyor, ahir zaman dervişi misali, çağdaş sokak gösterisinin diliyle Kürdün hüzünlü hikayesini anlatıyorlar.
40 yıldır, bu böyle. Bir ses ve görüntü maratonudur, dört bir yanda çağıldıyor.
Ancak, hiç bir şeyin bilindiği gibi olmadığını, vicdanların sanal olduğunu bile bile bunu yapıyorlar, ya tutarsa diye…
Kürt sokağa çıktığında, bütün vicdanların odağında yürüdüğünü sanıyor. Oysa değil. Kanlı sömürge imparatorluklarının kalıntılarında, Kürdün feryadına kim kulak verir ki!…
Kürt derdiyle alevlenmiş yanarken, kimsecik dönüp bakmıyor bile. Feryadını duymuyor. Göz ucuyla bakanlar da, “bunlar, yine yolu kapamışlar” diye homurdanıp yoluna devam ediyorlar.
Ve sen Kürt, sokaklarda “çocuklarımızı tek tek öldüren silahlar, topluca katleden kimyasallar satmayın” diye feryat ederken, ötede, bol ışık dolan salonlarda ölüm üzere kazançlar tartışılıyor, al gülüm-ver gülüm ediliyor.
Katillerle, işbirliğinin geliri bol, kazancı ise hep tatlı olmuştur. Vicdanlı bildiğimiz, öteki dönemeçte, katilin silah tedarikçisidir. Dünya bu. Bu yüzden dünya, maskeli vicdanlar balosudur.
O nedenle, kulak verecek vicdan arama Kürt! Evrenin vicdanı hepten yok. Vicdan sahibi diye baktıklarının temsilcileri, ışıltılı salonlarda katillerinle birbirini ağırlıyorlar.
Bütün bunları şunun için söylüyorum. Sokak gösterilerinde demokratik çerçeve aşılırsa olumlu etkisi pek olmuyor.  Düşmanların tarafından istismar edilip bir halkı “kriminalize” etme çabalarından başka.
Mesela Türk medyası, geçen hafta Strasbourg’da yaşanan bir gerginliği, düğün-bayram havasında işliyordu. Provokatörlere bu malzemeyi vermemek gerekiyor.
Kürtler barışçıldır. Ahde vefalı…
Ha, bu kertede, “ne yani, yani elimizi, kolumuzu bağlayıp oturalım mı?” diyenleri duyar gibi oluyorum.
Evet, bir şeyler yapmak gerekiyor. Ama her gün, her yerde, bazan on-onbeş kişinin katılımıyla gösteri de, çekici değildir.
Amaç, Kürtlerin sesini duyurmaksa eğer, ayda yılda renkli sahnelerle bezeli kitlesel faaliyetler, ama onun ötesinde, Kürt kültüründen kesitlerle, sanatsal gösteriler daha etkili olmaz mı?
Demem o ki, Ehmedê Xanî’nin torunları, yaratıcıdır. 40 yıldır, sokak yürüyüşü ile dertlerini anlatmayı başaramadılarsa, yolu, yöntemile dekoru değiştirmek gerekir.

Yorumlar