ABD’deki hesap Kürdistan’a uymaz – Derviş İSYAN


Geçtiğimiz günlerde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) PKK’nin öncü kadrolarından Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan’ı hedef alacağını, yakalanmalarına yardımcı olanlara ise para ödülü vereceğini açıkladı.
Ortadoğu politikalarında önemli bir tıkanıklığı yaşayan ABD’nin, bölgenin en önemli dinamiklerinden olan Kürt halkının devrimci önderlerini hedef alması bir hayli dikkat çekici ve zamanlama olarak önemli.
Bu kararın hangi gerekçelere dayandığı ve ne tür anlaşmaların sonucu olduğu tartışılırken, en çok akla gelen soru ise şu; ‘Düne kadar dört Türk bakan hakkında yaptırım kararları alan ABD, bugün nasıl oldu da kendisine karşı hiçbir eylemde bulunmamış PKK’nin üç yöneticisi için yakalama kararı alarak Türk faşizminin yanında yer aldı? Değişen ne oldu ve ne tür hesaplar söz konusu?’
Ekim ayının ortasında Türkiye, ABD’li Rahip Brunson’u serbest bırakarak ABD ile gerilen ilişkilerini düzeltme arayışına girmiş, bunun karşılığında ABD’den ise ortamı yumuşatan açıklamaların yanı sıra yükselen dövizin geriye çekilmesi gibi adımlar atılmıştı.
Bu durum her ne kadar tutuklu bir mahkumun serbest bırakılması ve ekonomik gerilimin azaltılması gibi gözükse de işin aslı Suriye merkezli olmak üzere bölge politikasında yaşanan görüş ayrılığının müzakere edilmesiydi. Müzakerenin taraflarından Amerika’nın Avrasya cephesine karşı Suriye’de etkinlik sağlamak için Türk devletini yanına çekmeye çalışması kadar, Türk faşizminin de Amerika’ya Kürt soykırımını kabul ettirme arayışı da mutabakata bağlanmaya çalışılan temel konular arasındaydı.
Öyle ki 27 Ekim’de dörtlü zirve adıyla Fransa, Almanya ve Rusya’nın Türkiye’nin ev sahipliğinde bir araya gelerek yakınlaşması ve ABD’nin İran müdahalesini önceleyen konumu da Türk devletinin Kürdistan üzerinde kirli pazarlıkları yürütmesi için uygun siyasi koşulları yaratmış bulunuyordu. Böyle bir siyasi zeminde ABD açısından Türk devletini avucunda tutmak reel politiğin gereklerinden biri olarak gündeme gelirken, buna karşı Türk devletinin soykırım planları stratejik Kürt düşmanlığının bir sonucu olarak tekrar müzakere edilmeye başlandı.
Başta İdlib olmak üzere, Suriye’de gün geçtikçe egemenliği Rusya’ya kaptıran ABD için Türkiye’yi kendi yanına çekmenin yolu, Kürt karşıtlığında faşizmin gözünü doyuracak adımlar atmasıydı ve bu adımların atılması gecikmedi. ABD, Kasım ayının ilk haftasında PKK’nin öncü kadrolarından Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan’ı hedef alacağını, yakalanmalarına yardımcı olanlara ise para ödülü vereceğini açıkladı. Bu kararı Fransa’nın Strasbourg kentinde Öcalan’ın özgürlüğü için yürütülen eylemin yasaklanması ve barışçıl göstericilerin İşkenceyi Önleme Komitesinin (CPT) önünde işkenceye maruz bırakılması takip etti.
Pragmatist siyasetin çıkar ilişkileri üzerinden yürütüldüğü Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında, savaş ve kaos ortamının yaratıcıları çözümsüzlüğü yaşarken, sağlanan gerici ittifakların özgürleşen Kürtlüğü geriletmeye çalışması da bir ilk değil aslında.
Kürtlerin yakın tarihin acı tecrübeleriyle öğrendiği bu gerçek, 20 yıllık bir bilinç yapılanmasının imbiğinden geçmiş. Diğer bir deyişle, Kürt Halk Önderliğine karşı uluslararası komplonun geliştirilmesi ve Öcalan’ın esareti, dünya sisteminin ve bu sistemin öncüsü Amerika’nın Kürt Önderliğine yönelik kirli yüzünü ifade eden bir olgu olarak toplumsal hafızaya kaydolmuş durumda.
Şimdi KCK’nin bu hafızaya dayanarak yaptığı açıklamada dile getirdiği üzere ‘uluslararası komplonun devamı’ olarak nitelenen yakalama kararına karşı Kürtlerin tavrının ne olacağı merakla tartışılıyor. Türk özel savaş medyası Rojava devrim güçleri ile PKK’nin etkileşiminin azalacağını muştulayan yazılar kaleme alıyor, ABD ise bir yandan PKK öncülerine dönük agresif kararlar alırken diğer yandan da YPG ile Minbic’te ortak devriyeye çıkarak Rojava Kürtlerine göz kırpıyor.
Bu planın bir komplo olma gerçeği ise tam olarak burada gün yüzüne çıkan bir konu. Çünkü ABD’nin bu ikili yaklaşımı Kürtlerin kırk yıllık mücadele ve büyük bedellerle yaratmış olduğu ruh ve bilinç birlikteliğini sabote eden, Kürtleri ayrıştırıp parçalamayı amaçlayan, Rojava’yı Bakur’suz, Bakur’u Rojava’sız kılmak isteyen türden. Başka bir ifadeyle burada yalnızca üç büyük devrimci değil, dört büyük Kürdistan parçası ve ulusal birlik ruhu hedef alınıyor.
Dolayısıyla ABD’nin Kürtlerin devrimci önderlerine karşı almış olduğu yakalama kararını Rojava üzerinde geliştirilmek istenen bir operasyon olarak okumak da mümkün. Rojava devrim güçlerinin üçüncü çizgi anlayışını bir kenara bırakıp ABD’nin bölge siyasetine güdümlenmiş yerel Kürt unsurları olarak konumlanmaları, ABD dayatmalarının altında yatan temel gerçek. Türk faşizmi ise bunun gerçekleşmesi için sürekli elde tutulan bir sopa. Buradan bakıldığında bu sopanın şu günlerde Girê Spî ve Kobanê’yi hedeflemesi zamanlama olarak anlaşılır bir durum.
Kuşkusuz ABD’nin Suriye’de ittifak olarak göründüğü Rojava devrim güçlerine karşı bu politikası yeni değil. 2016’da Türk faşizminin Cerablus işgaline göz yumarken de, 2017 yılında Qaraçox’a saldıran Türk savaş uçaklarına hava sahasını açarken de ABD’nin içinde bulunduğu politik tavır yine aynı temele dayanıyordu:
‘Devrimcilikten ödün vermiş
bir Rojava!’
Peki Rojava devrimine, PKK’ye sırt çevirmesini dayatan ABD, bu planını başarıyla uygulayabilir mi?
Peki ya bu plan ters teperse?
Rojava devriminin gelişim süreçlerine bakılırsa böylesi bir planının hayat bulması çok uzak bir ihtimal. Çünkü Rojava toplumunun sosyokültürel özelliklerine mercek tutulduğunda mevcut sosyolojinin devrimcilik bilinciyle Rojava sınırlarını aşan bir ulusal ruh taşıdığı görülecektir. Yine aynı mercek, Kobanê direnişinden Reqa zaferine kadar Kuzey Suriye’de atılan her adımda Kuzey Kürdistan’dan esen özgürlük rüzgarının Rojava devrim gemisinin yelkenini körüklediğini gösterecektir. Dolayısıyla klasik sömürgecilik taktiği olarak İngilizlerden devralınan ‘böl-parçala-yönet’ politikası 21. yüzyıl Kürdistan’ında geçerli olmayacak gibi görünüyor.
Kaldı ki, ABD’nin bu çirkin kararının ardından başta KNK olmak üzere güney Kürdistan’daki partilerin yanı sıra, PYD ve diğer Rojava partilerinin bu kararı kınayarak tavır sahibi olması bu gerçeği ispatlar nitelikte. Şüphesiz Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Önderliğini esas alan Rojava halkı, Öcalan’ın 45 yıllık mücadele arkadaşlarına dönük bu saldırı girişimine de sessiz kalmayacaktır.
Nitekim bugün Öcalan’ı sahiplenenler, aynı şekilde arkadaşlarını da sahiplenmekten geri durmayacaklarını belirterek şimdiden Süleymaniye’de billboardları bu üç devrimcinin resimleriyle süsleyerek işe başlamış görünüyorlar. Çünkü siyasi kararlar toplumsal vicdanın süzgecinden geçmezse ekarte olmaya mahkumdurlar ve siyaset biliminde şöyle bir tespit vardır; ABD’deki hesap Kürdistan’a uymaz!

Yorumlar