Nurettin DEMİRTAŞ
Erdoğan-Bahçeli faşizminin sandık korkusu bir gerçektir ve
bu korku nedeniyle her yeri kan gölüne çevirmekten söz ediyorlar. Fakat
seçim vesilesiyle açığa çıkan toplumsal canlanma onların en derin
korkusu haline gelmiştir. Öyle ki devlet zulmünden dolayı oluşan Maxmur
mülteci kampına saldırmaktan bahsedecek kadar alçalmışlar.
Psikolojilerinin bozulduğunu bundan daha açık ne gösterebilir ki?
Bu saldırganlık karşısında seçim sonrasında büyük bir
toplumsal direnişe hazırlanılmalıdır. Çünkü faşizm sadece seçimle
sonlanamaz; esas olan toplumsal direniştir. Buna da her zamankinden daha
fazla ihtiyaç vardır.
Seçim zamanında kandan bahsederek milliyetçiliği kışkırtanlar, iktidarın kanlı kınasını yakmaya hazırlanıyorlar.
Fakat o kına kurumuş, kokmuş. Yani hiçbir tehdit yeni
değil. Faşizm elinden gelen her şeyi yaptı, yapıyor. Meydanlarda idam,
katliam, soykırım naraları atmaları da yeni değil. Yeni olan şey,
faşizmin tüm soykırım saldırılarına rağmen toplumun yaşadığı muazzam
canlanmadır.
Yüz yıldan fazla bir zamandır Ermeni, Rum, Çerkes, Kürt,
Alevi, Êzîdî, Süryani ile diğer halklara, kültür ve inançlara karşı
uyguladıkları yok etme politikalarının sonunu getirecek bir uyanış ve
bilinçlenme var. Buna güvenmek, daha örgütlü hale getirmek ve
sürekliliğini sağlamak gerekir. Türkiye’nin demokratik devrim sürecini
başarıya taşıyacak duruş budur.
Seçimlere günler kala tekrar belirtmek gerekir ki, seçim
önemlidir ve faşizme tek bir oy kaptırılmamalıdır. Fakat bu toplumsal
canlanmayı seçim sonrasında sürdürmek daha da önemlidir. Böylece tüm
sandıkları zorbalık ve hileyle ele geçirseler, hatta Meclis’teki tüm
koltukları saray soytarılarıyla doldursalar bile toplum üzerindeki
emellerine ulaşmaları mümkün olmayacaktır.
Soykırım rejimi açısından sonuç almanın yegâne ölçüsü
özgürlük ruhunun yok edilmesidir. Özgürlük ruhu yok edilmeden soykırım
amacına ulaşamaz. Bu nedenle hep soykırımın vahşi kuralını ifade eden
“son kişiye dek” lafını sıklıkla kullanırlar.
Şimdi tam tersine toplumdaki özgürlük ruhu her geçen gün
daha fazla alevleniyor. Bu canlanışta Önder Öcalan’ın en zorlu
koşullardaki direnişi ve Kürdistan gerillasının Ortadoğu gerillası
haline gelecek kadar büyümesi ve her koşulda direnişi sürdürme
kabiliyetini göstermesi belirleyici olmuştur. Cizre, Sur, Kobanê, Efrîn
direnişleri, fedaileşen halk gerçekliği, baş eğmeyen yiğitlik bu sonucu
ortaya çıkarmıştır. Yani direnişteki süreklilik meyvelerini veriyor.
Direnişi kırmak adına yürüttükleri psikolojik savaş da
iflas etmiş; Başûrê Kurdistan’ı işgal girişimleriyle kazanmaya
çalıştıkları moral ise ters yüz olmuştur. Görüntüleri bile var,
kanıtlıdır; üç kişilik bir gerilla birimi içlerine girip tarumar ediyor
her türlü teknikle donanmış bu orduyu. Ölen asker sayısının haddi hesabı
yok. Şimdilerde ise Kandil Sendromuna tutulmuşlar.
Lêlikan’da sürü halinde ölmeye gönderdikleri askerler
kimin çocuklarıdır? Bunlardan daha kalırsa Kandil’e de göndereceklermiş!
Xakurkê’de bir ölüyorlarsa Kandil’de on misliyle karşılaşacaklar. Bunu
kendi generalleri herkesten iyi biliyor.
Kuruyan iktidar kınasını kanla tazeleyecekler ya, varsın
gerillanın kök saldığı dağlarda Türk askerleri ağlaya sızlaya can
versin! Anaları kanlı göz yaşları akıtsın, yas tutsun! Yeter ki Erdoğan
koltuğundan düşmesin!
Nasıl bir orduymuş da bir adamın koltuğu uğruna patır patır düşen askerlerinin ölüm haberlerini bile gizliyor!
“Vay be” dedirten o kadar çok aptallığa imza attılar ki,
artık Kandil’de ölmeye bu kadar can atmalarına da şaşırmıyor insan.
Kılıçdaroğlu’nun Kandil saldırısını desteklemesine de artık kimse
şaşırmıyor. Bu gündemle neyi gizliyorlar? Elbette her yönüyle çöküşü
yaşayan, iflas eden faşist devlet sistemini ve hırsızlıklarını!
Fakat toplumun büyük bölümü faşist iktidarın gizlediği her
şeyden haberdardır. Meydanlarda, sokaklarda, her yerde hesap soran
halklar gerçekliği karşısında ne tankın, topun, uçağın, ne de sandık
hilelerinin hükmü olabilir.
Toplum direndikçe hesap vermekten kurtulamazlar. Tüm
koltuklar onların olsa ne yazar? Soykırımdan geçirdikleri Ermeni
halkından, her gün hakaretler yağdırıp yok etmeye and içtikleri Kürt
halkına dek tüm soykırımların hesabını sormak; her vesilede aklıyla alay
ettikleri Türk ve Türkmen halkının, DAİŞ kafasıyla bastırdıkları samimi
Müslümanların, katliam tehditleriyle saldırdıkları Alevilerin, adını
bile duymak istemedikleri Süryanilerin, Êzîdîlerin, ticari yangınlarla,
devasa barajlarla, HES vb caniyane faaliyetlerle her gün katlettikleri
doğanın bile onlardan soracağı büyük bir hesap var. Hiçbir koltuk onları
bu mahşeri hesaptan koruyamaz.
Bu süreçte bir kez daha özgürlük gerillasının demokrasi ve barışın güvencesi olduğu ortaya çıkmıştır.
Açığa çıkan bir başka gerçeklik de anaların tilili
seslerinin onların koltuklarından, tank ve uçaklarından daha etkili
olduğudur.
O ses direnişin ve özgürlüğün sesidir. Nasıl da uzayıp
gidiyor zılgıt sesleri, meydanlardan sokaklara, dağlardan İmralı’ya! Ne
güzel bir direniş ne güzel bir tutku! Ne mutlu özgürlük tutkusuyla,
direnişle yüz yıllık faşizme son vermek isteyenlere!
Faşizme karşı baş eğmeyen yiğitliğin sembolü olan Mehmet
Tunç ruhu meydanları dolduruyor. O ruh zaferin garantisidir. Bir kez
daha selam olsun, bin selam!
Yorumlar
Yorum Gönder