Ahmet KAHRAMAN
Bu seçim değildi. 24 Haziran 2018 günü yaşanan olayın hiç
bir unsur ve olgusu hakiki değildi. Senaryosu, kurgusuyla hakiki bir
oyundu. Diktatörün, demokrasicilik oyunu…
Oynun finali ise (neticesi) üç gün önce, Anadolu Ajansı
tarafından açıklanmış, oyların kullanıldığı günün akşamı da “millet
iradesinin neticesi“ olarak yandaş medyaca halka sunulmuştu.
Bu bakımdan manzara, Ortadoğu coğrafyasında belli
aralıklarla oynanan sandıksal bir komedinin yerel versiyonuydu, seçim.
Tek fark, Reis Erdoğan’ın yüzde 52‘lik bir sonuçla yetinmesiydi. Oysa,
yolunda yürüdüğü diktatörlerin, daima yüzde 90-95’lik rekorla
sandıklardan fırlıyorlardı.
Bu sonucun kampanyası daha da tuhaftı. Erdoğan (Reis)
kampanya süresince bıkkın, bezgin ve yorgun bir Sultan edalıydı.
Başkasının yazdıklarını okuyan bir spikerden ibaretti. Önündeki cam
arızalandığında nutku tutulan, kala kalan…
O yazılanlarda, değişmeyen düşmana saldırı üstüne saldırı
tazeleyen, bir kabadayı idi, Reis. Hedef, yer yüzündeki bütün Kürtlerin
canı, malı ve baştan başa kazanımlarıydı.
Reis halkın vergileriyle organize edilen mitinglerde boy
gösteriyor, polis ve askerlerle silahlı özel milisler, HDP’lileri
köşe-bucak kovalıyor, yakaladıklarının kemiklerini kırarak
tutukluyorlardı. Valilik ve belediyeler, Sultanın peşkircisi, ibrikçisi
olarak Reis’in önünde el bağlıyorlardı.
Reis, miting sahnelerinde, yazılıp cam ekrana konmuş metni
okurken, dilini Don Kişot’un mızrağı kullanıyor ve rakibi Muharrem
İnce’ye “senin de camide çekilmiş fotoğrafın var mı?” diye soruyor,
sonra yeniden Kürtler üstüne hamle ediyordu.
Türk ırkçılığı bir zamanlar, öne Türk sonra İslam
üzereydi. Yeni ırkçılık ise düşünsel olarak El Kaide soyundan, IŞİD
(DAİŞ) sülbündendi. O nedenle önce İslam, sonra Türk deme üzere
akıyordu. El Kaide ve DAİŞ üzere Türk-İslamın temelinde Kürt düşmanlığı
bılklanıyordu.
O nedenle Reis, gelecekte daha çok Kürt öldürüleceğini
vadettiğinde, medyanları dolduran alkış sesleri uğuldayarak uzuyor,
yayılıyor şehirlerin üstüne. Irkçı kafalar, daha çok Kürt kanı, talan ve
daha çok Kürt yurdu işgali ile tütsüleyip zehirleyerek uyuşturuluyordu.
Reisin, akılda kalan ikinci büyük vaadi, Türk halkını
keklemekti. Kürt kanı dökerek ruhunu coşturmuş mutlu Türk halkı, yeni
yaşama sürecinde açılacak yeni kahvehanelerde (o kıraathane diyordu) çay
eşliğinde, huzur içinde kek yiyerek daha çok mutlu olacaklardı.
Reis ekran, meydan dolaşarak kıraathanede kek vaadlerini
sıralarken, Don Kişot’un sadık uşağı Şanso Panso’yu andıran, ortağı
Bahçeli, alanlara inmeyi bile gereksiz buluyor, Ankara’da çay eşliğinde,
hapur-hupur “peskivit”ini yiyordu.
Ve derken, kampanya bitti. Seçim günü geldi. O gün
Kürdistan, yeni başkan işgal topraklarıydı. Ortalıkta tanklar devriye
geziyordu. Birleştirilmiş, uzaklara taşınmış sandıklar, tankların
gölgesinde kurulmuştu.
Yollar boyunca kim devletin resmi gücü, kim haydut belli
değildi. Oyunu kullanmak için köyünden çıkan insanlar, yollar boyunca
aranıyor, aşağılanırcasına sorgulanıyorlardı. Ama dayandılar. Sonra
öfkeleri oy oldu, sandıklarda…
Büyük baskı gördü, Kürtler. Zindana, mezara çok can
verdiler. İşkence altında sakat kaldılar. Ama, özgürlük hayallerinden
vazgeçmediler. Bu tutkuyu, oy şeklinde sandıklara attılar.
Oysa, çeteleşmiş bir devlet vardı, Kürtlerin karşısında.
Baskı dayanılmazdı. Hakaret ve aşağılamalar azaptı. Suruç’ta, gün
ortasında, Şenyaşar ailesine baskına çıktılar. Bütün bir şehir tanıktır
ki, haydutlar devletti. Devlet, gözler önünde baba ve iki oğulu
katletti. Katillere soru bile sorulmadı.
Kürtler buna rağmen, onur savaşçıları olarak yollara
düştüler. Teslim olmadılar. Süngü ve dipçiklerin gölgesinde sandık
başlarına gidip “direnmek namustur” kendi davalarına oy verdiler. Türk
şehirlerine göçen, 1800’lerde İç Anadolu’ya, Ege ve Karadeniz’e sürgün
edilenler de en başta direnme mirasına sahip çıkmaya devam ettiler.
Kısacası fedakarlıkta sınır tanımadılar.
Her şeye rağmen, bu seçimlerin tek galibi Kürtlerdir.
Düşmanlarına inat dik durdular. Eğilmediler. Gelecekleri için mücadele
verenlerin ardında, durmaya devam ettiler.
Bu arada, bazı yerlerde, Kürt oylarında düşüş de bir
gerçektir. Bunun da pek sebebi vardır. Ancak seçimler, öte yandan
siyasetin kendini yeni baştan ve bütün olarak gözden geçirme
evreleridir. Göz önünde olan gerçeklere rağmen, “ben doğru yoldayım”
demek, kötüye gidişe şal çekmektir. Varsa, hataları analize tutup çözüm
bulmaktır, başarıya giden yok. Kusurların üstünü örtmek değil…
Umarım, HDP yönetimi kulağının üstüne yatmaz. Çözüm ve
başarı, sorun, kırılma ve kırgınlıkları varsa eğer, görmezden gelmek,
ertelemek, üstünü örtmek çözüm değildir.
Yorumlar
Yorum Gönder