Ne Erdoğan, ne İnce!


 

Cafer TAR

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli seçimlerinden birini geride bıraktı. Cumhuriyetin kuruluşundan 1946 yılına kadar; 1923, 1927, 1931, 1935, 1939, 1943 yıllarında tam altı kez seçim yapılmış olmasına rağmen bunlardan hiç biri gerçek anlamda bir seçim değildi.
Yaşanan süreç önceleri Mustafa Kemal, daha sonra da İnönü’nün seçtiği insanların seçmenlere onaylatılmasıydı. Ne şekil ne de içerik olarak yaşanan süreç bir seçim olarak tanımlanamazdı.
Herşey ‘Milli Şef’in iki dudağı arasındaydı ve kimin seçilip, kimin seçilmeyeceğine Milli Şef karar veriyordu. Toplum hayatı diye bir şey kalmamıştı; her şey yukardan belirleniyor; okullar, üniversiteler eliyle topluma öğretiliyor, polis ve asker ve diğer militarist kurumlarca da topluma dayatılıyordu.
Türkiye toplumu ilk olarak 1946 yılında nispi demokratik seçimlerle karşılaştı; hem dünyanın koşulları hem de Türkiye’nin iç dinamikleri artık Tek Parti ve Milli Şef’i kaldıramazdı. O dönem Türkiye’yi yönetenler istemeye istemeye kendileri dışında başkalarının da seçimlere girmesine izin verdiler.
Türkiye’de çok partili hayat böyle başladı; tam 27 yıl Türkiye’yi CHP yönetmişti. Hem de öyle sıradan bir yönetim süreci de değildi yaşanan, insanların; ne giyeceğine, neye inanacağına, ne olduğuna o dönemin yöneticileri karar verdiler.
Açık soy kırıma kadar giden uygulamalar oldu; Dersim ve Zilan Deresi katliamı o dönem yaşandı. Birçok muhalif insan uyduruk mahkemelerde yargılanıp idam edildiler, ağır cezalara mahkum edildiler. Toplum adeta nefes alamaz hale gelmişti.
1946 yılında ilk defa çok partili seçimler yaşandı; CHP içinden istifa ederek Demokrat Parti’yi kuranlar 62 vekille parlementoya girdiler. Ülkede yaşayan sağcı solcu herkes bu gelişmeden etkilemişti.
14 Mayıs 1950 yılında ise Demokrat Parti iktidara gelmiş ve 1960 darbesine kadar iktidarda kalmıştır. Demokrat Parti’nin ilk yılları herkes için umutların yeşerdiği; demokrasi ve özgürlük beklentilerinin toplumda heyecan yarattığı yıllardı.
Sonrası herkesin malumu; büyük demokrasi umutları ile iktidara gelen Demokrat Parti finali “Tahkikat Komisyonu” ile yaptı. Sadece iktidar partisi millet vekillerinden oluşan bir komisyon muhalefetin yıkıcı ve bölücü faaliyetlerini araştıracaktı. Hikayenin sonrasını hepimiz biliyoruz.
Aynı şeyi yakın dönem Türk siyasal hayatında Özal sonrası yaşadık; kimi liberal uygulamalarına rağmen toplumda 12 Eylül’ün devamı olarak algılanan ANAP’ın yenilgiye uğratılması toplumda büyük beklentilere neden olmuştu. Kimi siyaset yasakları kalkmış, kapatılmış sendikalar yeniden açılmıştı.
SHP Kürt Raporu açıklıyor; Demirel Fırat’ın kenarında kaybolan koyunun bile sorumlusunun devlet olduğunu söylüyor, Amed’de Kürt Realitesini tanıdıklarını ilan ediyordu. Demokrasi beklentileri toplumda tavan yapmıştı.
Ancak sonrasında yaşananlar bunun tam tersi oldu; binlerce köy SHP/DYP koalisyonu döneminde boşaltıldı, bu dönem binlerce insan faili herkesçe bilinen cinayetlerde hayatını kaybetti. Sivas’ta Aleviler, aydınlar yakıldı. Kürt sorunu, Alevi sorunu, emek sorunu, kadın sorunu, çevre sorunu, ekonomik sorunlar gibi birçok sorun sağlıklı toplumsal çözüm için kendini dayattı. Yeterli örgütlülük ve birlik olmadığı için beklentiler yine hüsranla bitmişti.
AKP ve lideri Recep Tayyip Erdoğan da bir öncekinin reddi üzerinden; toplumda büyük beklentiler yaratarak iktidara geldi. Fakat gelinen nokta herkesin malumu, yıllardır süren OHAL, her geçen gün artarak devam eden şiddet ve azalan umutlar.
Aynı filmi bir daha izlememliyiz; Erdoğan da bir gün mutlaka gidecek, ama umut asla Muharrem İnce olamaz. Bunun Muharrem İnce veya başka birisinin kişiliği ile alakası yok; bu tamamen bu kişilerin temsil ettiği çevrelerle ilgili bir durumdur.
Kendi öz gücüne güvenmeyen ve temsiliyeti doğrudan halka dayanmayan çevreler bu ülkeye demokrasi ve barışı getiremezler. Ya bu ülkede mücadeleyi yükseltip halkın iktidarını kuracağız; ya da sözde mazlumun filmin sonunda zalime dönüştüğü filmi her defasında yeniden izlemeye devam edeceğiz…

Yorumlar