Veysi SARISÖZEN
Adam Smith, “arz-talep kanununu” “gizli el” kavramıyla
tasvir eder. Buna göre, malların fiyatları, bu “gizli el” tarafından,
her türlü dalgalanmadan sonra “dengeye” getirir. Serbest rekabet
dönemine aittir.
Bu tekelci aşamada geçerliliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Artık “gizli el” tekellerin elidir.
“Parlamenter demokrasilerde” seçim sonuçlarını belirleyen
“gizli el” iktidar-muhalefet rekabeti” esnasında devreye girer; bu da
“seçmenin hür iradesidir.” Pratikte değil de teoride böyledir.
Faşist rejimde ise seçim sonuçlarını belirleyen “gizli el”
doğrudan “derin devlettir”, “istihbarattır” ve elbette asla “trafoya
giren kedi” değildir.
Bu seçimde gizli el ne numara yaptı?
Seçmen CHP ve HDP oylarına kilitlenmişken, o gizli el, son
derecede ustalıklı bir mekanizmayla İyi Parti’nin ve Saadet’in yaklaşık
yüzde onluk oyunu, müthiş bir yankesici gibi, onların cebinden aldı ve
MHP’nin cebine aktardı. Erken Seçim kararıyla başlayan “seçim darbesi”
işte bu „gizli el” tarafından sonuçlandırıldı.
Bahçeli çayını içip, „piskevitini” tırtıkladığı yerden
parmağını kımıldatmadan yüzde onbir oy alıverdi. Nasıl aldı? İzahı açık:
Gizli el. Adamın içi rahattı. En küçük bir endişesi yoktu. Kampanya
yapma gereği duymadı. Yüzde kaç oy alacağını biliyordu. Hiç kimsenin,
hiçbir kamuoyu şirketinin bilmediğini nasıl biliyordu? Gizli el’le
tokalaştığı için biliyordu.
Ve devlet, eğer CHP oyları çalınsaydı, HDP baraj altında
bıraktırılsaydı, seçim gecesi milyonların ayağa kalkacağını biliyordu.
Ama aynı halkın İyi Parti ya da Saadet oyları “çalındı” diye yerinden
bile kıpırdamayacağını da biliyordu. Bildiğini de yaptı işte.
Bu seçim sonucu meşru değildir.
Çünkü seçimin kendisi meşru değildir.
Bu sonuç, “erken seçim” kararı alındığı günden başlayan “seçim darbesinin” son noktasıdır.
İyi Parti’den, üstelik kendi İlçe Başkanı, ardından onun kardeşi öldürüldüğü halde hiçbir itiraz gelmemesi neye yorulmalı?
Hemen olmasa bile, az sonra, ekonomik kriz derinleştiği,
savaş tırmandığı bir anda, İyi Parti’nin “Cumhur İttifakı“na katılacağı
ihtimaline yorulmalı.
CHP, ”erken seçim”i boykot etmeyerek, İyi Parti’ye 15
vekil vererek, onun Abdullah Gül’ü “çatı adayı” olmasını önlemesine ses
çıkarmayarak ve HDP’yi ittifaktan dışlama talebine “evet” diyerek, bu
“seçim darbesine” bilerek ya da bilmeyerek, en iyi tabirle “seyirci”
kaldı. İyi Parti de oylarının yüzde onuna yakınını MHP’ye aktarılmasına
gıkını çıkarmayarak, “gizli elle” tokalaşmış oldu.
Seçim gecesi neler oldu, neler bitti? İleride ortaya
çıkacaktır. İnce, tıpkı Akar ve Kalın’ın Gül ziyaretine benzer bir
baskıyla karşı karşıya kaldığı iddialarını yalanladı. Acaba Akşener o
gece ne haldeydi? Ortadan kaybolmuştu. “Gizli elle” mi konuşuyordu.
“Gizli el” ağzını mı kapatmıştı? Kendisi de “gizli elin” dört
parmağından biri miydi? Bilmiyoruz.
Ancak, şunu biliyoruz: Tek adam rejimi artık mutlak bir
gerçektir. TBMM artık yalnızca bir “süstür.” Muhalefet bu mecliste ne
dayatılan yasaları önleme, ne halktan yana yasa çıkartma, ne de rejimi
teşhir etme imkanına sahiptir. Kürsüden ne denirse densin, medya
tekelinin duvarlarını aşması mümkün değildir.
Ne yapmalı?
Her şeyden önce seçim kampanyasında gerçekleşen “tabandaki
işbirliği” kazanımını korumalı. Güçlendirmeli. Bu işbirliğini,
demokratik bir program temelinde “halklar ittifakına” dönüştürmeli. Anti
faşist bir cephe haline getirmeli. Ve dur durak bilmeden, tıpkı seçim
kampanyasında olduğu gibi omuz omuza halkın, kitlelerin arasında
mücadeleyi örgütlemeli.
Ve ekonomik kriz derinleşip, krizin yükü emekçinin, dar
gelirlinin, dul ve yetimin sırtına yüklendiğinde, Erdoğan IMF’nin
kapısında dilendiğinde, harcadığı borçları çalışanlara ödettirdiğinde,
halk “artık yeter” demeye başladığında, Güney’deki işgal Kandil
saldırısına dönüştüğünde, savaş yayıldığında, halk tabutların başında
“artık yeter” diye haykırmaya başladığında, Saray Rusya’nın ya da
ABD’nin, İsrail’in ya da İran’ın dayattığı maceralara atıldığında ve
daha nice tehlikeli gelişme kapıya dayandığında, muhalefet “sine-i
halka” sığınmanın hesabını şimdiden yapmalı. Bunu öyle bir anda yapmayı
düşünmeli ki, Saray rejimi dünya ölçüsünde tecrit edilebilsin, halk
kitleleri ayağa kalkabilsin, alanlar dolup taşsın.
Bütün bunları neden yazıyorum: İş bitti, dükkanı
kapatıyoruz diyen umutsuzlar ordusunu uyarmak için. Faşizm koşullarında
seçimle ne Saray’ın işini bitirmek mümkündür, ne de faşizm seçimle bizim
işimizi bitirebilir. “Erken seçim” bir “oyundu”, oyun bitti, bu doğru.
Şimdi “oyuna gelenlerin” mücadele edeceği bir dönem önümüzde uzanıyor.
HDP mucize yarattı. Faşizm koşullarında, meşru olmayan
seçimden meşru bir sonuç elde etti; barajı kendi gücüyle ve Ege’nin
laiklerinin, yurtseverlerinin, CHP’lilerin, hatta AKP’li
muhafazakarların dayanışmasıyla barajı yıktı. İnce’nin “oylarımın
arasında HDP’lilerin de oyu var” sözlerini unutmayalım. Çapı nedir
bilmem ama, çok değerli bir “imece” yaşandı. Saraya karşı demokratik
ittifakın ilk kıvılcımı çaktı. Eski önyargılar elbette sona ermedi. Ama
“yeni olana”, o yeni ne kadar cılız olursa olsun, gözleri dikmek
gerekir. Şimdi halkları birleştirmek her zamankinden daha zorunlu ve
aynı zamanda mümkündür.
Yorumlar
Yorum Gönder