Dağılma eğilimleri

 

 

Aykan SEVER

Sürmekte olan postmodern karakterli 3. Dünya Savaşı dağıtıcı özelliklere sahip. Ülkeler, birlikler, anlaşmalar, topluluklar nihayetinde insanlarla birlikte yaratıkları “değerler” savaşın çözücü hedefinde. Bunu yakın zamanda NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması) örneğinde yaşadık. NAFTA Kanada-ABD ve Meksika arasında 1994’ten bu yana yürürlükteydi, ABD’nin inisiyatifi üzerine kuruluydu. Trump’la birlikte fiilen işlevsizleşti.
Trans Pasifik Anlaşması (TPP)’nın da benzer bir sonu oldu. Bu durum mevcut savaşla bütünleşen kısaca “Önce Amerika” diye ifade edilen sermayenin “yeni” tercihi.
Şimdi sıra AB’de. Geçtiğimiz günlerde Almanya-Fransa-İtalya üçlüsü arasında göçmenler-milliyetçilik üzerinden çıkmış gibi gözüken ama gerçekte AB’nin geleceğine dönük farklı yaklaşımların çatıştığı karşılılıklı suçlamalar içeren açıklamalar basına yansıdı. Bu tarz gerilimler bir süredir AB’yi tamam mı devam mı ikilemine sokuyor.
Bulunan ara formüller şimdiye kadar çare olmadı. 2019’da yapılması planlanan Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi Almanya-Fransa ikilisinden yeni-köklü hamleler gelebilir. Bu senaryoya göre AB güney ve doğudaki “yük” olarak gördüğü ülkelerden kurtulup, asıl olarak zenginlerden oluşan başta kendi ordusu(1) olmak üzere yeni ortak kurumlar barındıran AB’nin şimdiki haline göre daha entegre bir “Kuzey Birliği”ne dönüşebilir. Böyle bir gelişme AB’nin sonu olacağı gibi, “birleşik Avrupa” fikrine hiç bir biçimde inanmayan sağcı politikacılar sayesinde Avrupa yeni çatışma ve çekişmelere de sürüklenebilir.
ABD’nin dolayısıyla NATO’nun ne derece burada bir perçin rolü oynayabileceği/ oynamak istediği ise belirsiz.
Dağılma eğilimlerinin yoğunlaştığı diğer bölge Ortadoğu. Hali hazırda Yemen, Irak ve Suriye bu fırtınanın etkisi altında. Sırada Türkiye ve İran var. TC’nin egemenleri bir süredir karşı karşıya kaldıkları durumu “beka sorunu” olarak tarif ediyor. Bu tanımlamada bir anlamda doğruluk payı var. Çünkü Ortadoğu’yu çevreleyen bu fırtınaya doğrudan-gönüllü dahil olan TC oligarşisi ne kadar bu süreçten bir emperyal güç olarak çıkmayı hesaplasa da “savaş”ı bir yaşam biçimi olarak vadeden kimsenin dünyanın geleceğinde bir yeri olamaz.
TC oligarşisi (Bunun TÜSİAD da bir parçasıdır, isteyen son açıklamalarına bakıp TC’nin emperyal hamlelerini sonlandırmaya dönük herhangi talep olmadığını görebilir.) son yıllarda önüne koyduğu emperyal güç olmanın önündeki etaplarla ilgili geçtiğimiz hafta sonu yapılan “seçim”le “gücü tek elde toplama” sorununu şimdilik çözdü. Halkın önemli bir kesiminin başkalarının felaketi, katliamı demek olan “emperyal gurur” girdabına hapsolduğu görüldü. Geriye kendi ağır silah sanayine sahip olmak ve enerji kaynaklarına ulaşmak kaldı.
Bu konuda da Suriye’nin ve Irak’ın petrol bölgelerinin işgali için hali hazırda bazı adımlar attı. Fakat daha işin başında ve burada çok yönlü bir paradoxla karşı karşıya. Silah sanayine sahip olmak için yeterli sermayesi yok, ekonomik kriz kapıda bekliyor, bunun için ABD ya da Rusya’ya yaslanmak zorunda. Petrol bölgelerini işgal edebilmek içinse öncelikle ABD’nin (dolayısıyla İsrail-Suudi-BAE) güdümüne girmeli. Aynı zamanda bu bölgelerde Kürtler ve Araplar’dan işbirlikçiler yaratmak, en nihayetinde başta İran olmak üzere bölgede Sünni İttifakı haricindeki güçlerin tamamını karşısına almak zorunda.
Yukarıda dile getirdiğim TC’nin emperyalist güç olma heveslerinin (bazı solcular kendi egemenlerinin Suriye -İdlip, Efrîn ve Minbic’e kadar olan bölge- Irak (Bradost mıntıkası) ve Kıbrıs’ta emperyalist işgal yaptığını pek kabullenemese de) şimdiden ciddi yıkımlara yol açtığı görülüyor. TC’nin bölgede milyonlarca insanın (başta Kürtler olmak üzere) ölümü ve göç etmek zorunda kalmasında doğrudan payı var. Bunların tıpkı Ermeni Soykırımı gibi unutulmayacağı aşikar. Bu sürecin devamında kısa vadeli “başarılar” haricinde Türkiye’yi ciddi bir toplumsal değişim ve “erozyon” bekliyor.
İlk olası sonuç TC’nin egemenleri Güney ve Batı Kürdistan’ı yutalım derken Kuzey de dahil Kürtlerin kendi yoluna gitmesidir. Diğeri ise devrimcilerin başta TC’nin emperyalist saldırıları olmak üzere, tüm saldırgan güçlere karşı çıkıp, yeni devrimci hareketler yaratarak, kanlı rejimleri al aşağı etmesi ve Ortadoğu halklarının hünerlerini sergileyip, bütün dünyanın örnek alacağı güzellikte bir ütopyaya hayat buldurmasıdır.
(1) Nitekim hafta başı bu konuda somut adım atıldı. “Avrupa Müdahale İnisiyatifi” başlığı altında Fransa, Almanya Büyük Britanya, İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika, Danimarka ve Estonya askeri ittifak mutabakatı imzalandı.

Yorumlar