Nazmi GÜR
Adil ve eşit koşullarda yapılmayan bir seçimi daha geride
bıraktık. OHAL koşullarında, baskı ve bastırma yöntemlerinin, özellikle
HDP’ye karşı kullanıldığı bu seçimlerin sonuçları ülkeyi bir
belirsizliğin eşiğine getirmiş durumda. Bu seçimlerle, meşruluğu
tartışılan referandumla kabul edilen anayasa değişiklikleri ile
Türkiye’nin yönetim rejimi değişiyor. Cumhuriyet rejiminin, ulus devleti
yeniden tanımlayan ve kurgulayan ideolojik ve siyasi paradigmalar
yürürlüğe girecek. Asıl belirsizlikte işte burada ortaya çıkıyor.
AKP-MHP “koalisyonunun” asıl zorluğu burada olacak. Halklara dayatılan
“otoriter” rejim, yeni paradigma ve ulus devlet olgusunun restorasyonu
çok kolay olmayacak.
OHAL uygulamalarının en ağır ve baskının seçmen üzerindeki
etkisinin en çok hissedildiği bir seçim oldu. Bu koşullarda halkın
özgür iradesi ile sandığa gitmesi ve demokratik bir tercihte bulunması
daha seçim başlamadan tartışılmaya başlanmıştı. Nitekim başta BM, AB ve
AGİT olmak üzere birçok uluslararası kurum hükümete çağrıda bulunarak
OHAL’in derhal kaldırılması çağrılarını defalarca yinelediler. Telaşa
düşen AKP-MHP bu çağrılara kulaklarını tıkadılar. Çünkü iktidarlarını
sürdürmek için OHAL’e ihtiyaçlarının olduğunu açıkça dile getirmekten
çekinmediler.
Türkiye’de yargı bağımsızlığı tartışılmıyor bile.
Yargının, özellikle yüksek yargı organlarını oluşturan yüksek hâkimlerin
tamamına yakınının Erdoğan tarafından atandığını biliyoruz. Bu nedenle
Türkiye’de, “bağımsız ve adil” bir yargıdan kimse söz etmiyor artık. Bu
konuda çalışma yürüten uluslararası kurumlar ve özellikle son AB
ilerleme raporu bu gerçeği bir kez daha teyit ediyor. Türkiye’de
seçimler “hâkim teminatı” altında. Yani seçimler “yargı” eliyle
yürütülüyor. Bağımsız olamayan bir yargının seçimleri nasıl “bağımsız ve
tarafsız” yürüteceği konusu ise başta uluslarası seçim gözlemcileri
olmak üzere, her yurttaş için “kaygı” konusu.
Basın bu seçimlerde “yandaşlığını” açıkça ve hiç
çekinmeden ortaya koydu. Muhalefetin adayları neredeyse ana akım medyada
hiç yer almadılar. TRT’nin içler acısı durumunu dile getirmeye bile
gerek yok. Medyanın genel olarak bu seçimlerdeki “yandaş” konumu tarihe
kara bir leke olarak not edildi. Medya, AKP-MHP ikilisinin her türlü
manipülasyon ve algı operasyonlarının aracı oldu. Halklarımıza karşı
yürütülen baskının aracı oldular. “Basın etiği”, halkın haber alma hakkı
bizzat “yandaş” medya eliyle ayaklar altına alındı.
Seçimlerden önce çıkarılan “ittifak yasası” ve benzeri
değişiklikler seçim sonuçlarının AKP-MHP lehine olmasını sağladı. Eşit
olmayan koşullarda yarışan HDP ve Sayın Demirtaş, “Cumhur” ve “Millet”
ittifakları arasında tek demokratik seçenek olarak halklarımızın
huzuruna çıktılar. Bu Koşullar altında HDP büyük bir başarı göstererek,
sadece HDP için uygulanan yüzde 10 barajını bir kez daha aşmayı başardı.
AKP-MHP blokunun tüm beklentilerini sandığa gömdü. HDP aldığı yüzde
11.70 oy oranı ve kazandığı 67 milletvekili ile 3. Parti olmayı başardı.
Cumhur ve Millet ittifaklarının karşısında, demokratik “ana muhalefet”
rolünü üstlenmiş durumda. Bütün baskı ve tehditlere rağmen HDP
halklarımızın ortak demokratik mücadelesini sadece parlamentoda değil,
hayatın her alanında temsile hazır.
AKP-MHP koalisyonu, halklarımızın, demokratik reformlar,
ülkeyi ekonomiyi krizden kurtarma, tutarlı dış politika ve iç krizler
karşısında çözüm beklentilerini, karşılamaktan uzaklar. Dayatmacı tek
adam rejimi ve ulus devlet restorasyonu sonuç vermeyecektir.
HDP öncülüğünde “toplumsal muhalefetin” örgütlenmesi ve
demokratik seçenek olarak mücadeleyi yükseltmesi, Mart 2019 yılında
yapılacak olan yerel seçimlerde, yerel iktidarları alarak
taçlandırabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder