Yaylalar için efkar vakti


 

Umur HOZATLI

Atatürk “kurtuluş savaşı”nı bitirip İngiliz-Fransız cetveliyle çizilmiş Türkiye’yi kurduğunda Türkler’in kültür-sanat adına dikili ağacı yoktu, zayıftı; tiyatrosu “Hacivat ve Karagöz”den ibaretti, sinemadan zaten bihaberdiler, olası edebiyatı sürgündü ve müziği “Türk sanat müziği” denilen tür olarak rakı masalarını süslemenin ötesine gidemiyordu. Savaşmaktan ve kavgacı-savaşçı kuşaklar yetiştirmekten başka bir mahareti olmayan Osmanlı’dan akıl, kültür, bilim, sanat, edebiyat ve yetenek fukarası bir miras kalmıştı.
Atatürk zekiydi, eğitimden ve yetenekten yoksun bu mirasla gelişimin zor ve uzun olacağını biliyordu, bu yüzden devşirme yoluna gitti, ilk adımlardan biri müzikti, 1926’da ekipler hazırlayıp Kürdistan’a gönderdi, ilk ekip 2 Eylül’de Samsun’dan yola çıkan ve Rauf Yekta, Dürü Turan ile Ekrem Besin’den oluşan Darü’l Elhan ekibiydi, bu 1950’ye kadar resmi olarak sürdü; ekipler köy köy dolaşıp Kürtçe stranları titizlikle kaydediyor, Ankara’daki ekipler bunları itinayla Türkçeleştiriyor ve ortaya “Türk halk müziği” diye bir tür çıkıyordu. Bu şekilde çalınmış Kürt stranlarını yıllarca “Elazığ ağzı”, “Antep ağzı”, Urfa ağzı”, “Diyarbakır ağzı” diye TRT’den dinledik ki hala dinliyoruz. İlerleyen yıllarda devletin resmi hırsızlığı dışında bir de kişisel hırsızlar oluştu; Celal Güzelses, İbrahim Tatlıses, Selahattin Alpay, İzzet Altınmeşe gibilerin hırsızlıklarıyla birlikte çalındığı tespit edilen 700’den fazla Kürt stranından biri de “Edlê Yemman”dı, yani Türkler’in “Yaylalar”ı.
“Yaylalar” ilk kez 1969’da Erzurumlu Muharrem Akkuş tarafından TRT’de söylendi, ritmikti, sevilmişti; kısa sürede popüler oldu ve Türk ordusu “türkü”yü keşfedip askeri eğitimlerde yürüyüş ve koşu sırasında askerlere söyletmeye başladı. Böylece “Yaylalar” kısa sürede “türkü” olmaktan çıkıp “askeri marş” haline geldi ve Türk askeri Kürtler’den çaldığı stranı psikolojik bir silaha dönüştürüp Kürt dağlarında Kürtler’e karşı kullanmaya başladı. Türkçe yazılan sözleri, içeriği inanılmaz aşağılıktı, kadını aşağılıyor, erkeğe vadedilmiş bir meta gibi anlatıyordu. Üstelik kışlaların çoğunda sözleri değiştirilmiş, pornografik hale getirilmişti. Nasıl bir hidayet hali olduysa artık, dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel kadını aşağıladığı için 2012’de “Yaylalar”ı resmi olarak yasakladı. O zaman Muharrem Akkuş çıkıp tıpkı İbrahim Tatlıses gibi pespayeliğin dibine vura vura “Bu türküyü ben derledim, aşk sözlerinden derlenmiştir, kadınlar anamız, bacımızıdır, niye yasaklandı anlamdım” diyordu.
Sonrası günümüzde dibe vurmuş müzikal bir dram oldu, “Yaylalar”ın askerlerce söylenmesinin yasaklanmasından beş yıl sonra İbrahim Tatlıses, hem de bir “Kürt kökenli” olarak, “kök kardeşleri”ni katletmeye giden Türk askerlerine destek vermek için Erdoğan’ın “kıç değneği” şeklinde Efrîn kıyılarına gidip Kürt’ün öz stranı olan “Edlê Yemman”ı bir kez daha Türkçe’nin Türkçe’sine çeviriyor, katillerle birlikte savaş malzemesi yapıyordu. Utanmıyordu, tezekten yaptığı heykeli kilden yaptığını sanan bir ahmak gibi sırıtıyordu. Onurlu insanlar bu akıl ucubesine kızıyordu; “Kürt İbo bunu nasıl yapardı?” Oysa o her devrin el öpeniydi, karakteristik kökü-kökeni belirsizdi, Kenan Evren’den Erdoğan’a kadar tüm iktidarların, çetelerin, mafyaların el-etek öpeni olmuş, ünlü olmak için zamanında Hürriyet gazetesinin sahibi Sedat Simavi’ye ne verdiyse şimdi milletvekili olmak için Erdoğan’a neler vermeye hazır haliyle hayatındaki tüm rezaletlerin toplamından daha rezilini yaşıyordu; milletvekili olmak için Erdoğan’a sayısız kez yalvarmış, her seferinde araya nüfuzlu adamlar koymuş, üç kez halkın önünde elini-eteğini öpmüş ama AKP’den milletvekili adayı olamamıştı.
İbo bu kez hazin sona gitmeden son vuruşunu yapmak istiyordu, savaş naraları, katliamlar iyi bir fırsattı, bu yüzden Efrîn kıyılarına gidip, dünyanın tüm kötüleriyle savaşan Kürt devrimciler aleyhine, tehlikeye karşı korkudan pençe çıkaran, diş gösteren titrek kedinin arkasına saklanmış Bichon cinsi süs köpeği gibi Erdoğan’ın arkasına saklanmış tuhaf sesler çıkarıyordu. Gerçekten de Erdoğan Bichon sever gibi seviyordu, bunu İzmir mitinginde de gösterdi; İbo, tamamı yalandan oluşan duygusal evlat ticareti yapıyor, Erdoğan ticareti onaylıyor ve İbo’ya Bichon muamelesini sürdürüyordu.
Ama bu kez de olmadı, o kadar hazin yalakalığa, o kadar evlat ticaretine rağmen Erdoğan bu kez de aday göstermedi. Eşek bile dayağa rağmen geçemediği hendeğe ikinci kez gitmezken İbo dördüncü kez tevessül ettiği AKP milletvekilliği için aday gösterilmedi. Ne ilginçtir ki, listeler açıklandıktan sonra çıkıp “Beynimden vurulmuşa döndüm” diyordu, demek ki bu aciz adam hala kendini beyin sahibi sanıyor, hala kendini kullanılmış galoş gibi görmüyordu.
Oysa şu ülkede yaşayan her Kürt bilmeli ki, AKP’sinden CHP’sine kadar TC’nin yönetsel kast sistemi hiçbir Kürt’ü “makul insan” olarak görmez. Oy da verseniz, devlet ve parti makamı da alsanız onlar için sadece kullanımlık galoşsunuz, işleri bittiğinde çıkarıp atarlar. Nitekim bakın; İbo’sundan Metiner’ine, Kızılkaya’sından Miroğlu’suna kadar hepsinin akıbeti aynı oldu, hazin ve bitik, dahası da olacak. Herkes şunu bilmeli ki; mevki geçici, onur kalıcıdır.

Yorumlar