Welat KÜRECİK: Ölüme gönderilen kimsesizler




“Devlet” insanların yaşamına girdiğinden bu yana, her zaman birilerinin diğerleri üzerinde baskı, zulüm, ve tasarruf aracı olarak kullanılmıştır. Devletin özünde bu vardır. Devlet ilk ortaya çıktığında doğrudan bir veya bir kaç kişinin denetiminde olan bir aygıt olarak kullanılıyordu. Dönemin tanrı-kralları toplumun diğer kesimlerini köleleştirip askerlikten-işçiliğe her türlü işte çalıştırıyorlardı. Tabi devlet “nimetinden” yararlanan bir kesimi de kendi etrafında örgütlüyordu. Kölelerine öbür dünyada “cennet” vaat ederken etrafında örgütlediği kesimlere ise bu dünyada rahat bir yaşamı vaat ediyordu. İlerleyen dönemlerde ise sürekli olarak tanrı kralın yetkisi daralırken, devlet “nimetinden” faydalanan sayısı artıyordu. İlerleyen yıllarda devlet sırasıyla bir çok farklı biçimlerde varlığını sürdürdü. Devlet, bir dönem hanedanların yani aynı “kandan” olanların bir dönem ise bir mezhep etrafında toplanan “peygamber halifelerinin” kontrol ettiği bir oluşum oldu. Fransız ihtilali sonrası ise devlet bu kez de belli bir kesimin “tek millet, tek bayrak” sloganı etrafında örgütlenip ellerinde tuttuğu ve o “tek”e dahil olmayan her toplumsal kesimi sömüren, zulmeden bir suç örgütü olarak kendisini korudu.
   Kısacası tarih boyunca süre gelen bu devlet anlayışının ortak yönlerinden biri de şuydu ki; bu devletler daima bir kesimi diğerlerinden “gasp” ettikleriyle “ihya” ettiler. Devletler çoğu zaman varlıklarını ve aktivitelerini korumak için askere ihtiyaç duydular. En güçsüz devlet dahi, daima kendini güçlü bir orduya, köklü bir tarihe, ve kutsal saydığı bu devlet için “şehit” düşmüş binlerce kişiye dayandırdı. Ne için savaştığını dahi bilmeden “devletler” adına, savaşlarda birçok insan katledildi, öldü, öldürüldü. Geride kalanlar ise devletler tarafından daima “onure” edildiler. Çünkü ölenlerin ardında kalanlar ancak böyle avunabilirlerdi.
     Bügün savaşın en yoğun yaşandığı Zagroslar’da da tam olarak ne için savaştığını bilmeden, para için bu uçsuz bucaksız dağlara gelmiş, ya da getirilmiş onca Türk askeri var. Bizim de şahit olduğumuz kadarıyla Türk ordusu tüm savaş teknolojisini gerillalara karşı kullanmasına rağmen, gerilla güçleri hemen hemen her gün Türk ordusuna ağır kayıplar verdirmektedirler.
Türk medyasına, ölüm haberleri yansımayan bu “sözleşmeli er”lerin yaşamlarına, akrabaları, arkadaşları tanık iken, ölümlerine ise bu dağlar, yerel halk ve gerilla güçleri tanık. Biz ise hiçbir şey görmesek dahi gün içinde bu “sözleşmeli erlerin” cenazelerini kaldıran “Skorsky”lere rastlıyoruz.
Sonra aklımıza Türkiye’de hep tartışma konusu olmuş olan “kimsesizler” geliyor. Bir şekilde ailelerini kaybedip, sözde devlet güvencesine alınan ancak çocukluktan devletin kirli işlerini yapmak için eğitilen çocuklar olduğu daima Türkiye’de bir tartışma konusu olmuştur. Daha uzun yıllar boyunca da tartışma konusu olacak gibi durmaktadır. Fakat bu bahsettiğimiz “sözleşmeli er”lerin, anneleri, babaları yaşıyor olsa da kimsesiz oldukları bir gerçek.
  İnsan şöyle etraflıca düşündüğünde böylesi bir faşizmin kendi “uğruna ölen” askerleri dahi “yok” sayması hiç “yaşamamış”, “var olmamış” saymasından daha kötü ne olabilir ki! Acaba oğullarını, akrabalarını, çocuklarını bu dağlarda para için gönderenler, gidenlerin ardından ne ile avunurlar?
Welat KÜRECİK

Yorumlar