Erdoğan savaş suçlusu



-  Türkiye’nin Kürtlere yönelik işlediği suçları yargılamak üzere kurulan Daimi Halklar Mahkemesi (Uluslararası Tribunal) kararını açıkladı. Türkiye, “savaş suçu” ve “devlet suçu” işlemekten mahkum edildi. Mahkeme PKK’yi de, “Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını gerçekleştirmek için silahlı bir mücadele yürüten siyasi-askeri bir örgüt” olarak tanımladı.


- Kararda işlenen suçların temel sorumlusunun Türk Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan olduğu vurgulandı: “Erdoğan, işlenen savaş suçları ve devlet suçlarında doğrudan sorumluluk sahibidir. Kürtleri ve yöneticilerini terörist olarak ele aldığı genel tutumu ile, polis güçleri ve askerleri savaşçılara ve sivil halka karşı ayrımsız bir şiddet kullanmaya teşvik etti ve meşrulaştırdı.”

MAXİME AZADİ
ANF/BRÜKSEL

15-16 Mart tarihlerinde Paris’te kurulan Daimi Halklar Mahkemesi, yargılamanın sonucunu Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen bir konferansta açıkladı.
Paris’te iki gün süren duruşmalarda yakın dönem suçlar yargılanırken, sorunu daha iyi anlaşmak için tarihi, kültürel ve siyasi alt yapısı da ele alındı. Mahkemede özellikle Cizre, Sur, Şırnak ve Nusaybin’deki suçların tanıkları dinlendi. Bununla birlikte 1990’lı yıllardaki faili meçhuller, bombalı saldırılar, işkence ve zorla kayıpların tanıkları da konuştu. Yedi hakimli mahkemeye, yargıç Philippe Texier başkanlık yaptı. Farklı uluslardan hakimler, kamu vicdanını temsil ettiler.Türk devleti ve Kürt halkı arasındaki çatışmaya ilişin kanıtlar Temmuz 2017’de Daimi Halklar Mahkemesi’ne sunulmuştu. Texier, Avrupa Parlamentosu’ndaki konferansta mahkeme kararını açıkladı. Texier, Türkiye’de bağımsız bir yargılamanın imkansız olması nedeniyle bu kendilerine başvuru yapıldığına dikkat çekti. Mahkeme Başkanı Texier, yakın dönemdeki olaylar üzerinde özel olarak durmakla birlikte, tarihsel ve jeopolitik arka planı da değerlendirmeye aldıklarını kaydetti.

Tarihi haksızlık
Kararda, sorunu daha iyi anlamak için duruşmalarda tarihsel arka planı ele almanın gerekli olduğuna vurgu yapıldı. Zira Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan siyasi çerçevenin, tüm bölgede istikrarsızlığa katkıda bulunduğu kaydedildi.
Mahkeme, “(Çizilen) siyasi çerçeve özellikle Kürt halkı üzerinde dramatik sonuçlar yarattı” dedi. Heyet, Kürtlerin çok farklı devletler içerisinde bölünerek ve dağılarak azınlıklara dönüştürüldüğünü ve tüm otonomi taleplerinin reddedildiğini belirtti. Mahkeme heyeti, “Bu tarihi keyfi karar, bölgenin devasa petrol kaynaklarının sömürülmesine karışan dönemin siyasi ve ekonomik aktörleri tarafından dikte edildi” hatırlatmasında bulundu.
Sözkonusu sömürgeci kararın etkisinin ölçme tartışmalarına girmenin Daimi Haklar Mahkemesi’nin yetkisi ve görevi olmadığını belirten hakimler heyeti, ancak çatışmayı daha iyi anlamak için böyle bir tarihsel alt yapıya ihtiyaç olduğunu kaydetti.

İddia makamının suçlamaları
İddia Makamı adına Jan Fermon ve Sara Montinaro, mahkemeye sunduğu kanıtlar ışığında, mahkeme heyetinden şu iki husus üzerinde yoğunlaşmalarını istemişti:
– 1 Haziran 2015 ile 31 Aralık 2017 arasını kapsayan dönemde Kürt kentlerinde işlenen savaş suçları (Burada, Cizre, Sur, Şırnak ve Nusaybin başta olmak üzere öz yönetim direnişleri sırasında işlenen suçlardan bahsediliyor)
– 2003’ten bu yana Türkiye’de veya yurtdışında Kürt hareketinin temsilcilerine, basın organlarına ve kurumlarına yönelik bombalı saldırılar, cinayetler veya alıkoymalar gibi devlet suçları.İddia Makamı, Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası kamu hukuk nezdinde bir konu olarak ele alıp, iddia edilen suçların baş sorumlusu olarak değerlendirilmesini istedi. Yöneltilen bu suçlamaya göre, Türk devlet organlarının eşgüdümlü olarak, uzun dönemler boyunca Kürtlere karşı ağır suçlar işledi. Mevcut yetkililerin de uzun dönem yürütülen bu politikaları devam ettirdiği kaydedildi.

İki temel sanık: Erdoğan ve Huduti
Suçlamanın hedefindeki Türk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kürtlerle çatışma arayışı içinde olmakla suçlanırken, paralel olarak Türk toplumunda milliyetçi ve şoven eğilimleri alevlendirdiği ve Kürtleri ayrım gözetmeden “terörist olmakla” suçlayarak damgaladığı vurgulanıyor. İddia Makamı, bu çerçevede devletin güvenlik aygıtının da Kürtlere karşı aşırı güç ve orantısız şiddet uygulamaya koşullandığına dikkat çekiyor.Hedefteki ikinci isim olan general Adem Huduti, suçların işlendiği dönem 2. Ordu Komutanlığı yapıyordu. Irak ve Suriye ile olan sınırdaki askeri operasyonların temel mimarı olarak ele alınan Huduti, 1 Ocak 2015 ile 15 Temmuz 2016 arasında Kürt kentlerinde Kürtlere karşı askeri operasyonları yürütmekle suçlanıyor. Bu operasyonlarda çok sayıda sivil katledildi, sivil altyapılar yok edildi ve özellikle mahalleler, tarihi yapılar ve seküler kültürel yapılar tamamen imha edildi.

İnkar sorunların kökeninde yer alıyor
İddia Makamı, tüm bu olayların kökenlerini Türk Cumhuriyeti’nin Kürt halkının devlet sınırları içerisinde kendi kaderini tayin hakkını reddetmesinden aldığını tespit ediyor. İddianamede, Kürtlerin sistematik olarak ekonomik ve siyasi karar süreçlerinden dışlandığı, kültürler ve kimliklerinin kamusal kullanımının yasaklandığı, siyasi partileri, medyaları, gazetecileri ve aktivistlerinin hedeflendiği ifade ediliyor. İddianamede, Kürt varlığına yönelik bu sistematik inkarın, Türk Devleti ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında silahlı çatışmayı doğurduğu belirtiliyor. İddia Makamı, bu çerçevede Daimi Halklar Mahkemesi’nden savaş suçları ve devlet suçlarının birinci nedeninin Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkından kaynaklandığını tespit etmesini istedi.

‘Türk devleti mahkum edilsin’
Uluslararası hukuk nezdinde yargısız infazlar ve zorla kayıplar yargılama konusu olabiliyor ancak sadece kişisel düzeyde kalıyor. Bu nedenle İddia Makamı, bireysel sorumlulukların ötesinde Türk Devleti’nin bizzat kendisinin mahkum edilmesini talep etti. Türk devletini yargılayacak ulusal ve uluslararası bir yargı merciinin olmayışı nedeniyle, Daimi Halklar Mahkemesi devreye girdi. 15-16 Mart tarihlerinde Paris’te kurulan mahkemede, çok sayıda tanık dinlendi, kanıtlar sunuldu. İki gün süren oturumlar sırasında, sorunu tarihsel, kültürel, ekonomik ve siyasi boyutları da uzmanlar tarafından değerlendirildi.

Karar: Sistematik inkar çatışmanın nedeni
Mahkeme gerekçeli kararında, “Kürt halkı ve Türkiye Cumhuriyeti arsındaki çatışmanın çekirdeği ile Türk askeri güçleri tarafından uluslararası hukuk ihlallerinin temel nedenleri, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının sürekli ve sistematik bir şekilde inkar edilmesidir” hükmüne vardı.
Uluslararası hukuk açısından kendi kaderini tayin hakkı üzerinde de duran mahkeme heyeti, tüm devletler içerisindeki Kürtlerin bu kolektif hakka sahip olduğunun altını çizdi.

Savaş ve devlet suçları işlendi
Kanıtlar ve tanıklıklar ışığında Daimi Halklar Mahkemesi jürisi şu kararları aldı:
1- Türk devleti, Kürt halkının kimliği ve varlığını inkar ederek, Türk kimliğini dayatarak, Türk devleti otorisine karşı bir tehdit olarak değerlendirmesiyle ülkenin siyasi, ekonomik ve kültürel yaşamına katılımını baskılayarak, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının inkarından sorumludur.
2- Olgusal detaylı kanıtların Mahkemeye sunulduğu, 1 Ocak 2015-1 Ocak 2017 arasını kapsayan dönemde, Türk devleti;
a- Anadolu’nun güney doğusundaki kentlere yaşanan bir çok çatışma sırasında, katliamlar yaparak, Kürt nüfusu sürekli göçerterek, bu şekilde Kürt halkının bir kısmını fiziki imha etme niyetini göstererek, savaş suçları işlemiştir.
b- Türkiye’de ve başta Fransa olmak üzere yurtdışında güvenlik güçleri ve gizli servislerin farklı grupları tarafından hedefli cinayetler, yargısız infazlar, zorla kayıplarla devlet suçu işlemiştir. Türk yetkililerin sorumluluğunu arama konusunda ciddi soruşturmaların olmayışı, devletin desteğindeki siyasi bir cezasızlığı gösteriyor.

Erdoğan ve Huduti doğrudan sorumlu
3- Türk Devleti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, özellikle Anadolu’nun güney doğusundaki kentlerde işlenen savaş suçları ve devlet suçlarında doğrudan sorumluluk sahibidir. Erdoğan açıklamaları ve bu bölgelerde yaşayan Kürtleri ve yöneticilerini terörist olarak ele aldığı genel tutumu ile, polis güçleri ve askerleri savaşçılara ve sivil halka karşı ayrımsız bir şiddet kullanmaya teşvik etti ve meşrulaştırdı. Türkiye’nin 2. Ordu Komutanı General Adem Huduti, askeri güçler, polis ve paramiliter milislerden kombine edilmiş operasyonların temel mimarı olarak, belirtilen suçlarda doğrudan sorumluluk taşıyor.”
Mahkeme, henüz yeni olması nedeniyle Türk devletinin Ocak ayında Efrîn’e yönelik başlattığı işgal saldırıları sırasındaki olayları ele alamadıklarının altını çizdi.

Türkiye’ye tavsiyeler
Mahkeme son olarak şu tavsiyelerde bulundu:
1 -Türkiye, Suriye’deki yürütülen askeri operasyonlara derhal son vermeli ve birliklerini ulusal sınırlar içerisine çekmeli,
2 -Türkiye, 1 Ocak 2015 ve 31 Ocak 2016 tarihleri arasında Anadolu’nun güney doğusunda işlenen ve Daimi Halklar Mahkemesi tarafından tespit edilen savaş suçlarının sorumlularını aramak ve cezalandırmak zorundadır. Bu konvansiyonel zorunluluk 12 Ağustos 1949 tarihli dört Cenevre Sözleşmesi’ndeki ortak norma dayanıyor.

Kürtlerin kendi kaderini tayın hakkı tanınmalı
3-Türkiye hukuk devleti mekanizmalarını yeniden oluşturmalı, halen tutuklu yargıçları ve gazetecileri serbest bırakmalı, Temmuz 2016’dan itibaren istifa eden öğretmen ve yargıçları (hakim ve savcılar) görevlerine geri döndürmeli, basın ve bilgi özgürlüğünü sağlamalı, olağanüstü hale son vermeli ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tam uygulamalı.
Mahkeme bu madde altında Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkına dikkat çekerek, “Ancak Kürt halkının kimliği tanınarak her iki tarafın uzun dönemli bu acılarına ve çatışmaya son verilebilir. Çatışmanın son bulması, herkesin güvenliğini garanti altına almanın tek yoludur. Şunu da not etmek gerekir ki, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının tanınması hiçbir şekilde ayrılma anlamına gelmiyor” dedi.

Askeri faaliyetler derhal durdurulmalı
4- Türkiye askeri faaliyetlerine derhal son vermeli ve 30 Ekim 2014’de sona eren çatışmaya barışçıl çözüm yönünde müzakerelere iyi niyetle yeniden başlamalı ve makul bir sürede sonuçlandırmalı.
5-Barış anlaşmasının sonuçlandırılmasıyla, çatışma sırasında tüm tarafların işlediği suçlara yönelik af getirilebilir ve bu durumda halen tutuklu tüm siyasi tutsakların serbest bırakılması gerekir.

PKK siyasi-askeri bir örgüttür



Türk devleti ile PKK arasındaki çatışmanın karakterini de inceleyen mahkeme, şu sonuca vardı: “Türk makamlarının Kürt nüfusuna karşı baskıcı politikaları, Kürt halkına, silahlı mücadele yürüten PKK’nin yönetimi altında örgütlenmekten başka seçenek bırakmadı. PKK, uluslararası olmayan bir silahlı çatışma gibi analiz edilmeli. Bu örgütün yöneticilerine göre, PKK’nin silahlı eylemleri uluslararası olmayan silahlı çatışmalara ilişkin uluslararası hukuka tabi olmalı. O halde, Türkiye’yi PKK ile karşı karşıya getiren silahlı çatışmaya hukuki bir tanımı incelemek hayati önem taşıyor, çünkü bu örgütün askeri faaliyetlerine uygulanan hukuk bu tanımdan başlıyor.”

PKK sorumluluk sahibi
PKK’ye ilişkin ise şu tespit yapıldı: “PKK’nin Türk güvenlik güçleri, ordusu ve Türk makamlarına yönelik, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını gerçekleştirmek için silahlı bir mücadele yürüten siyasi-askeri bir örgüt olmanın tüm kriterlerine yanıt veren bir örgüt olduğundan hiçbir şüphe yok.”
Mahkeme, PKK’nin yapısını ve eylemlerini inceledikten sonra şu sonucu çıkardı: “PKK, ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde sorumlulukları olan yapılara sahip bir organizasyondur. PKK’nin bu hiyerarşisi, politikaları belirliyor ve örgütün üyeleri ve hatta Kürt halkının çoğunluğu tarafından uyulan talimatları veriyor.”
PKK’nin komuta merkezi ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geçmişte aldığı ateşkes kararlarına da dikkat çeken mahkeme, PKK militanları ve Kürt halkının büyük çoğunlukla bu uyulduğunun altını çizdi. Mahkeme, sorunu farklı açılardan ele aldıktan sonra Türk devleti ile PKK arasındaki çatışmanın, uluslararası insani hukuk kurallarına tabi, uluslararası olmayan bir çatışma olduğuna da vurgu yaptı.

Konferans katılımcıları: Kürtleri destekleyeceğiz

Uluslararası Tribunal’in (Daimi Halklar Mahkemesi), Türkiye’de Kürtlere yönelik işlenen suçlarına ilişkin kararı Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen bir konferans ile açıklandı. Konferansa katılan siyasetçi ve örgüt temsilcileri Kürtlerin mücadelesine destek mesajları verdi.

Ward: Kadın mücadelesi yükseltilmeli
Avrupa Parlamentosu Sosyalist ve Demokratlar İlerici İttifakı Grubu’ndan Julie Ward, Paris’te üç Kürt kadın devrimcinin katledilmesini hatırlatarak, “Türk devleti kadın haklarına büyük saldırılarda bulunuyor, tecavüz ediyor. Sol feminist bir aktivist olarak Kürtlerin mücadelesinin yanındayız. Biz bu mücadelemizi daha da güçlendirmemiz lazım” vurgusunu yaptı.

Spinelli: Cizre’de insanları diri diri yaktılar
Demokrasi İçin Avrupa Hukukçular Derneği’nden Barbara Spinelli, Kürt kentlerinde insanlığa karşı çok ağır suçlar işlendiğini belirtti. Mart 2017’den beri Türkiye’ye girişinin yasaklandığını söyleyen Spinelli, “Cizre’de insanlar diri diri yakıldı” dedi.

Ferho: Her dakika yeni bir suç işleniyor
Mahkemenin öncülerinden Brüksel Kürt Enstitüsü’nden Derwiş Ferho, Paris’te iki gün boyunca yapılan duruşmalarda dile getirilen suçların, Türk devletini işledi suçların çok azı olduğuna dikkat çekti. Ferho, “Türk devleti her gün, her saat, her dakika yeni suçlar işliyor” dedi.

Şakar: Suçlular cezasız kalıyor
İnsan Hakları ve Demokrasi İçin Uluslararası Dernek MAF-DAD’dan Mahmut Şakar, Türkiye’de devletin merkezinde olduğu hiçbir suçun yargılanmadığını belirterek, “Türkiye tarihi cezasızlık tarihidir” dedi. Şakar, Kürt halkına karşı işlenen suçlardan Avrupa’nın da sorumlu olduğunu belirterek, kriminalizasyon politikalarına son verilmesi ve Öcalan üzerindeki tecride karşı açık tutum alınmasını istedi.

Zimmer: Yalnız değilsiniz
Birleşik Sol Grup’tan Gabi Zimmer, Daimi Halk Mahkemesi çok güçlü bir katkıda bulunduğunu ifade ederek, “Kürt halkına gururu geri verildi” dedi. Zimmer, “Barış sürecini geliştirmek için bütün taraflarla görüşmek gerekiyor” derken, Kürt halkına “Yalnız değilsiniz” mesajını verdi.

Mavrides: Avrupa savaşı finanse ediyor
Avrupa Parlamentosu Sosyalist ve Demokratlar İlerici İttifakı Grubu’ndan Costas Mavrides, Daimi “Efrîn’de, Suriye’de olanları göz önüne getirdiğimiz zaman, Türk devleti gangsterleriyle birlikte Kürtleri yerlerinden ediyor ve aynı zamanda Avrupa’dan para alıyorlar. Bu eşi ve benzeri olmayan bir durum” dedi. Mavrides, Kürt halkının mücadelesine dikkat çekerek, “Kürdistan dağlarındaki çiçekler açtığı sürece, insanlık namına mücadele devam edecek” ifadesini kullandı.

Westrheim: Biz de sorumluyuz
Avrupa Birliği Türkiye Yurttaş Komisyonu’ndan (EUTCC) Kariane Westrheim “Bu bizim için çok önemli bir gün. (Mahkeme) kararı ve öneriler hepimize enerji katıyor, motive ediyor. Cizre’De yaşananlardan bizler de sorumluyuz. Avrupa kurumları da sorumlu. Mehmet Tunç telefon ettikten bir kaç gün sonra öldürüldü, yüzlerce Kürt onunla beraber öldürüldü” dedi. Westrheim, barış müzakerelerine yeniden başlanmasını istedi.

Dubbins: Kasıtlı bir sessizlik var
Öcalan’a Özgürlük Kampanyası’ndan Simon Dubbins uluslararası toplumun işlenen suçlara seyirci kaldığını belirterek, özellikle Efrîn’deki Türk işgali karşısındaki sessizliği hatırlattı. Dubbins, “Şimdi yapmamız gereken, bu belgeyi, kararı kamuoyunu sunmaktır. Kasıtlı bir sessizlik var, insanlar olan biteni duymak istemiyor ama duyurmalıyız” şeklinde konuştu. Öcalan’ın durumuna dikkat çeken Dubbins, şöyle konuştu: “Öcalan gerçek bir siyasi lider, siyasi düşünür. Temmuz ayında 200 bin kişiyle birlikte sendika festivalini yapacağız, bu yılki festivalin konusu Öcalan’a özgürlük.”

Yorumlar