“Biz sadece ‘Neden tutsaklarla dayanışma amacıyla
yola çıkan bir kişi daha olmasın, neden bir web sitesi veya bir gazete
daha olmasın?’ diyerek yola koyulanlardanız. Bizim farkımız ‘mektupla
köprü kurmak’ gibi bir misyonu üstlenmemizdir. Zira mektup konusunda
ısrar etmezsek, hatırlatmazsak insanlar ne yazık ki kendi yoldaşlarını
unutacak.“
ZABEL MİRKAN
Adil Okay 1957’de Antakya’da doğdu. Politik nedenlerden
Adana ve Ankara hapishanelerinde yattı. 1978’de uğradığı silahlı saldırı
sonucunda bir ayağında, 1980’de polisin işkencesi sonucunda ise bir
kolunda sakatlık kaldı. 1983’te Fransa’ya yerleşti. Burada iki
arkadaşıyla beraber ‘Fransa Postası’ adlı aylık dergiyi yayımladı.
Türkiyeli politik mülteci derneklerinde uzun yıllar aktif görev aldı.
Politik mültecilere yıllarca ücretsiz tercümanlık yaptı. Adil Okay
şimdilerde ise 2013 yılında bir grup arkadaşıyla birlikte kurduğu, “Bir
adres de sen al, bir mektup da sen yaz!“ şiarıyla yola çıkan
“www.gorulmustur.org“ aracılığıyla hapishanelerle dayanışmak için
elinden geleni, belki de fazlasını, yapıyor. Adil Okay’la
“Görülmüştür“ün ortaya çıkışını, yaptıkları işleri, tutsakları ve
mahpusluğu konuştuk…
“Görülmüştür“ çalışması nedir ve ne iş yapar?
Benim ve bir grup arkadaşın tek tek bireyler olarak
sürdürdüğümüz politik tutsaklarla yazışma, dayanışma çabalarımız 10 yıl
kadar önce başladı. Bu süreçte mantığımızın sınırlarını zorlayan akıl
almaz yasaklara rağmen politik tutsakların ayakta kalma ve üretme
mücadelesi içerisinde olduklarını gözlemledik. Ancak “dışarıdan“
yeterince mektup alamadıklarından şikâyetçi olduklarını da fark ettik.
Bunun üzerine mahpus mektuplarının ve sanatsal ürünlerinin daha geniş
bir kitleye ulaşabilmesi için güçlerimizi birleştirip bir grup
oluşturmaya ve web sitesi kurmaya karar verdik. Hem tutsaklara moral
verme hem de okuyucuları mektup yazmaya teşvik etme amacıyla
“www.gorulmustur.org“ sitesini hazırladık. İlk sergimizi ise 7 yıl önce
“Görülmüştür Mahpus Resimleri ve Mektupları“ adıyla açtık. İsmimiz de
oradan geliyor. Sitemiz aynı zamanda bir arşiv merkezi haline geldi.
Bugün itibariyle Türkiye’nin kamuya açık, kolay ulaşılabilen, en zengin
sanal tutsak kütüphanesini oluşturduk diyebilirim.

İHD gibi kurumlar varken böyle bir oluşuma neden ihtiyaç duyuldu?
Biz sadece: “Neden tutsaklarla dayanışma amacıyla yola
çıkan bir kişi daha olmasın, neden bir web sitesi veya bir gazete daha
olmasın?“ diyerek yola koyulanlardanız. Bizim farkımız “mektupla köprü
kurmak“ gibi bir misyonu üstlenmemizdir. Zira mektup konusunda ısrar
etmezsek, hatırlatmazsak insanlar ne yazık ki kendi yoldaşlarını
unutacak. Çünkü dışarıda gürül gürül akan bir dünya var. Gündelik
hayatın ağırlığı, rutin telaşlar ve devlet baskısı ile ekonomik
zorluklar insanları –hatta politik insanları, hapishane deneyimleri
olanları bile– bu konuda duyarsızlığa itiyor. Bizzat tutsakların
yazdıkları, şikâyetleri, sitemleri bu gözlemimizi doğruluyor.
İşte biz mektuplaşma çağrısı ile bu boşluğu doldurmaya
çalıştık. Bu çağrımızın içini doldurmak, etkili hale getirmek için
yüzlerce etkinlik düzenledik. İnsanlara tutsakların rakam olmadığını
sese, söze, dayanışmaya ihtiyaçları olduğunu hissettirdik. Dünyanın
birçok yerinden –Japonya’dan Uruguay’a kadar– çağrımıza yanıt geldi,
böylelikle biz de doğru yolda olduğumuzu anlayıp devam ettik.
Her çalışma kıymetli. Yılın özel günlerinde toplu
kartpostal, kitap yollama çok önemli ama fazlası gerekir diyoruz. Bir
tutsak seçin, yazışın diyoruz. Bu yıllar sürebilir. Yani az yazın ama
sürekli yazın diyoruz. Zira tutsaklar mektuplarına yanıt gelmeyince
üzülüyorlar. Merak ediyorlar. Bu kez “mektubum ulaşmadı“ mı diye
arayışlara gidiyorlar. İşte “az yapın – devamlı yapın“ derken bunu
kastediyoruz.
Tutsaklardan gelen mektupları bilgisayara geçirmek bile hayli önemli bir iş ve siz bu düzeni yıllardır koruyorsunuz.
El yazısı ile gelen mektupları bilgisayar ortamına
geçirmek önemli. Kolay değil tabi ama onlarca arkadaşın hatta kimi zaman
hiç tanışmadığımız okuyucularımızın – takipçilerimizin desteğiyle bu
konuda da hayli yol kat ettik diyebiliriz. Yorulan, kendi iş yoğunluğu
artan arkadaşlarımız oluyor, onların yerine başka gönüllüler çıkıyor.
Bizim bitmeyen mesaimiz var. Mektupların postaneden alınması. Okunması.
Taranıp yazıcı arkadaşlara yollanması. Gelenlerin tashihi. Önce web
sitemizde sonra sosyal paylaşım ağlarında yayınlanması. Hak ihlali
duyuran mektupların basına yollanması. İHD genel merkezine yollanması.
Tutsaklardan gelen yeni edebi ürünlerin sanat edebiyat dergilerine
gönderilmesi. Sonra bu mektuplara –mutlaka- cevap yazılması. Kitap
yollanması. Arada eylem- etkinlik- sergi- belgesel projeleri. Basının
takip edilip hapishane temalı haber ve makalelerin yayınlanması.
paylaşılması. Yani bu mesai zor – ağır da gelse devamlılık önemli
diyoruz. Başta Gamze, Serdar, Emre, Tülin, Ali Osman, Arif, Büyük Arif,
Fuat, Mehmet, Dilay, Ganime, Nihal, Selime, Neşe, Gonca, Dilan ve
adlarını yazmamızı istemeyen diğer arkadaşların dar zamanlarından
yaptıkları fedakârlıkla bu çalışmalar yürüyebiliyor.
Ancak bir de tutsaklara mektup yazmaktan
imtina edenler var. İnsanlar mektup yazmak konusunda genelde neden
çekiniyor? Bu çekincelerin doğruluk payı nedir veya bu kaygılarında
insanlar ne kadar haklılar?
Dışarıda da acımasız devlet baskısı var. Dışarıda da özgür
değiliz diyoruz ama “içerisi“ ile kıyaslamak doğru değil. Cumhuriyet
tarihi boyunca hapishane politikası “ıslah etme, topluma kazandırma“
değil, tutsakları kişiliksizleştirme, çürütme ve imha amaçlı “modern
Mengele“ laboratuarı olagelmiştir. Bir de konu açılmışken propaganda
amaçlı yazılan – söylenen yanlış yorumlanan bir ifadeye değineyim.
“Dışarının da içeriden farkı kalmadı. Türkiye yarı açık hapishaneye
dönüştü.“ Bu bir metafor olarak kullanılabilir. Ama gerçek tam olarak
öyle değil. Faşizm koşullarında da yaşasak çocuklarımızla, sevgilimizle,
dostlarımızla pikniğe, sinemaya, tiyatroya gidebiliyoruz. Denizi,
dağları, nehirleri görebiliyoruz. Maddi imkânlarımız elverdiği ölçüde
istediğimizi yiyip içebiliyoruz. İstediğimiz kitabı, dergiyi
okuyabiliyoruz. Ama tutsaklar. Onlar yemeğe, içmeye, istedikleri insanla
konuşmaya, uzun yürümeye, uzaklara bakabilmeye, sarılmaya ve
sayamayacağım kadar çok şeye hasretler. Ve içeride hayat öyle
kahramanlık masallarındaki gibi değil.
Şimdi bu girişten sonra sorunuzun yanıtına geçeyim. AKP
devletinin adım adım ördüğü korku imparatorluğu belli konularda başarı
elde etti. Dışarıda insanlar daha fazla korkmaya başladı. Sokak
eylemlerine, basın açıklamalarına katılımın azaldığı gibi politik
tutsaklarla dayanışma gösterme, bir mektup yazma konusunda bile “acaba
başıma bir iş gelir mi..“ gibi abartı bir evham başladı. İşin ilginç
yanı Avrupa’da yaşayan arkadaşlar arasında da çoğalmış bu tedirginlik.
Sınırda yakalanırım, gözaltına alınırım endişesi yaşıyorlar. Hepsi değil
tabii. Biliyorsunuz politik tutsaklarla birlikte hazırladığımız sergiyi
Avrupa’ya taşıdık. Ben bizzat valize doldurup sergi fotoğraflarını ülke
ülke gezdim. Orda gözlemim bu yönde oldu. Devlet arada gözdağı vermek
için havaalanında birkaç kişiyi gözaltına alıyor, bu da göçmen emekçiler
arasında tedirginliğe yol açıyor. “Her an içeri düşebilirsiniz. Sizin
de başınıza bunlar gelebilir.“ Devletin mesajı budur. Ama hayır
arkadaşlar. Yılda yüz binlerce mektup gidiyor hapishanelere. Hiçbir
devlet bu mektupları yollayanları soruşturacak güçte olamaz. Ayrıca
dışarıdaki muhalefet devleti yeterince meşgul ediyor zaten. Velhasıl
mektuplaşmada sorun yok. Münferit birkaç örnek dışında hiç olmadı.
Siz tutsakların “Adil Heval’i“, “Adil
Abi“sisiniz; mektuplarda size böyle sesleniyorlar. Onlarla hayli güçlü
ve farklı bir iletişiminiz var. Bu köprüyü nasıl kurdunuz?
Evet tutsaklar bana “Abi, keke, heval, yoldaş, hoca“ diye
hitap ediyorlar. “Amca“ diyen de oluyor. Hepsi saygı ve sevgi ifadesi.
Bunun nedeni ilişkimizdeki içtenlik, sahilik ve dayanışmada ısrar bence.
Karşılık beklemeden özveri. İnsan kendi yaptıklarını yazmaya sıkılıyor
ama sorunuzun yanıtı burada yatıyor. Bakınız geçen hafta 24 yıldır
içeride olan yurtsever bir tutsaktan, Gönül Bulut’tan mektup aldım. O
sorunuza daha açık yanıt veriyor. Kısa bir bölüm aktarayım:
“Adil abi, Sizi zindanlara bir ses olma, soluk olma
çabalarınızı sürekli takip ettim. Varlığınızla gurur duyarak. Bütün
tutsak canlar adına teşekkürler. Size ve o doğruluktan, adaletten
sapmayan yüreğinize inanıyoruz. Biliyoruz o dağ yürekler bizimle…“
Bir de 25 yıldır tutsak olan, yazar Seyit Oktay’ın bana
yolladığı, beni onurlandırdığı mektuptan alıntı yapayım, neden
tutsaklarla aramda böyle bir bağ kurulduğu anlaşılmış olur. Oktay
mektubunda tutsaklarla dayanışmam sonucu hakkımda açılan bir soruşturma
için dayanışma mesajı veriyor:
“Keke Adil, Kadim zamanların kadirşinas bilgeleri gibi
içerdekilerin seslerini sesin yapıp dünyaya duyurdun. Seni yalnız
bırakmak kendimizi yalnızlaştırmaktır, tecrit etmektir. Bunu bilerek
keşke daha fazlası gelseydi elimden diyorum. Başına
gelen kara-mizah örneği soruşturmaya ilişkin daha önce yazdım. Seni
sindirmeye çalışıyorlar. İçeride, kimsesizliğe, sessizliğe, tecride,
izolasyona mahkûm edilen bizlere ulaşmanı, sesimizi güzel insanlara,
topluma ulaştırmanı engellemeye çalışıyorlar. Hülasası budur bu davanın.
Kimimizi ölümle, kimimizi hapisle, kimimizi de davalarla böyle
sindirmeye, bastırmaya, susturmaya çalışıyorlar. Ama hançeremizde tek
kelime, tek tını kalana dek haykıracağız: “Ya özgürlük / Ya özgürlük“
diye! “
Siz de eski bir mahpussunuz değil mi?
Evet. Eski bir mahpus olarak mektubun verdiği morali ben
de bizzat yaşadım. Bunun da etkisi vardır belki empati yapmamda. 1980
yılında Adana hapishanesinden firarımdan sonra, kaçak-sürgün hayatım
boyunca da devam ettim mektuplaşmaya. Ve o gün bu gündür, mahpuslarla
dayanışma amacıyla mektuplaşmalarım devam ediyor. Hapishaneden aldığım
çok sarsıcı mektuplar oluyor. Elle hazırlanmış zarflar. Ellerinde
bulunan sınırlı boyalı kalemlerle süslenmiş mektuplar. Gazetelerden
kestikleri resimleri ya da onlar için çok kıymetli olan, zor temin
edebildikleri kurutulmuş çiçekleri mektup kâğıdının kenarına yapıştıran
sevgi dolu insanlar. Şikâyet etmeyen, kendilerini, çocuklarını,
özlemlerini dolaylı anlatan, kimi zaman da hapishanelerdeki yönetimin
keyfi uygulamalarını, tecrit içinde tecridi, yasakları ve cezaları
betimleyen tutsak mektupları.
Bu mektupları yanıtsız bırakırsam uykularım kaçar. Vicdanım sızlar.
Bakınız benim yazıştığım bazı tutsakların bu
yazışma-tanışma sürecinde çocukları büyüdü, evlendiler, şimdi ziyarete
çocuklar yanı sıra torunlar da gitmeye başladı. Ve ben-biz onlarla aile
dostu olduk değim yerindeyse. Ama onlar hala tutsak.
Siz sadece ‘Görülmüştür’ grubu çalışmalarıyla
değil aynı zamanda sanatçı- edebiyatçı kimliğinizle de tanınıyorsunuz.
Yanılmıyorsam ikisi hapishane temalı 18 kitabınız var. Sonuncu da Arkası
Yarın adlı romandı. Birçok hapishanede sakıncalı bulundu. Neden?
Ee artık “hapishane okuma komisyonları“ beni tanıdı,
açığımı arıyorlar diyebilirim. Başka açıklaması yok. OHAL sürecinde hem
“Hapishanelere Esinti Yollayalım“ adlı kitabım, hem de “Arkası Yarın“
adlı romanım sakıncalı bulundu. Hapishanelere Esinti Yollayalım, benim
bu temada hazırladığım ikinci kitaptır. Ondan önce yayınlanan “Ben çıkana kadar büyüme e mi…“ adlı
kitabımda ise hapishanedeki insanların çocuklarıyla kurduğu travmatik
ilişkileri konu almıştım. Bu kitap mecliste bile tartışma yaratmıştı.
“İçeriden Dışarıya Fotoğraf/ Düşler Tutsak
Edilemez“ başlıklı bir sergi düzenlediniz ve sergi, gerek fikir gerekse
içerik bakımından hayranlık vericiydi. Nedir bu serginin teması,
kapsamı?
“Fotoğraf Köprüsü“ ve “Düşler Tutsak Edilemez“ adını
verdiğimiz bu projeleri redfotoğraf ve görülmüştür grupları olarak ortak
hazırladık. Yüzlerce insanın emeğiyle, grafik çalışmasıyla, küratörlük
deneyimiyle, organizatörlüğüyle, ısrarıyla, desteğiyle bu sergileri
başarabildik. Ama hep dediğim gibi asıl teşekkürü – takdiri tutsaklar
hak etmektedir. Zira bu zaten bizim görevimiz. Bize tutsaklardan gelen
armağanlar, teşekkür mektupları fazlasıyla yetmektedir.
Şimdi sergilerin içeriği hakkında bilgi vereyim:
“İçeriden Dışarı – Dışarıdan İçeri Fotoğraf Köprüsü“ ve
“Düşler Tutsak Edilemez“ adını verdiğimiz sergiler iki aşamalı bir
projeydi. Bu çalışmayla bir ilki başardığımızı düşünüyoruz. Elbette daha
önce de “Fotoğraf“, diğer sanat disiplinleriyle buluşmuş ve yeni
imgelere bürünmüştür. Ama fotoğrafların, demir parmaklıkların arasına
zorlukla sızıp, sözcüklerle – mısralarla buluşması eylemi, “imgeyi
yeniden üretimi“ bu ülkede ilktir. Üstelik fotoğraflarla sadece tek bir
hapishaneye “izinle“ girilmemiş, tam 30’a yakın hapishaneye –yüzden
fazla tutsağa- engellere rağmen ulaşılmıştır.
İlk aşamada sesimizi duyan tutsaklar “fotoğraflarımıza“ okuma yapmış, sesimize ses vermişlerdir.
İkinci aşama olan “Düşler Tutsak Edilemez“ adlı sergimiz
de, birinci gibi yüzlerce insanın destek olduğu kolektif bir çalışmanın
ürünüdür. Mahpusların düşleri, onların betimlemeleri üzerine
fotoğraflara yansımıştır. Tutsaklar imgelerini- düşlerini bize yazmış 60
Fotoğrafçı arkadaşımız da şehir şehir gezerek onların düşlerini –
isteklerini- imgelerini fotoğraflamışlardır.
Sergilerde amacımızı da şöyle özetledik:
• Politik Mahpuslarla birlikte kolektif bir fotoğraf projesi gerçekleştirmek
• Dışarıda olan bizlerin, içeridekilerle iletişim halinde olmalarını sağlamak
• Yaratıcı olmanın yalnızca zanaat olmadığını, düşüncenin soyutlama aracı olarak nasıl kullanılabileceğini göstermek
• İçerinin sesini fotoğrafların diliyle dışarıdaki insanlara göstermek
• 2018 yılı itibariyle hapishanelerde sayıları her geçen
gün artan 240.000 tutuklu ve hükümlünün varlığını dışarıdakilere yeniden
anımsatmak.
Bu konuyla ilgili son bir not düşeyim: Amed’den
İstanbul’a, Mersin’den İzmir’e kadar onlarca kentte açılan sergilerimiz
daha sonra birçok Avrupa ülkesinde açıldı. Biliyorsunuz Avrupa’dan yeni
döndüm. Aralık ayında da gelen yeni bir davet üzerine Düşler Tutsak
Edilemez adlı sergimizi Almanya’da açacağız. Oradan Avusturya’ya geçme
planımız var.
Tutsakların ihtiyaçlarını yeterince
bilmiyoruz. Şu an öncelikli ihtiyaçları arasında neler var? Örneğin
sitenizde okuduğum mektupların çoğunda tutsaklar yeterince kitap
gönderilmemesinden şikâyetçiydi…
Evet mektup, dergi ve kitap. Tutsakların acil ihtiyaçları
bunlardır. OHAL’de başlayan kitap – dergi yasağı birçok hapishanede
kalktı. Şimdi heyecanla kitap bekliyor tutsaklar. İlk defa yazacaklara
da önerimiz şudur: İnanın ki ne yazsanız onlar için moral olur. Günlük
yaşantınızdan bir kesit yazıp yollamanız yeter. 10 yıldır 20 yıldır
içeride olan insanlara dış dünyadan haber vermek, günlük yaşantı
hakkında bilgi vermek, paylaşmak da çok önemli. Bir de not düşeyim
mektubun içine imkanı olan arkadaşlar boş bir kartpostal ile bir de
normal mektup pulu koyabilirlerse iyi olur. Ama bazı PTT şubelerinde pul
olmuyor. Yok diye göndermemezlik de yapmayınız.
Hapishanelerin durumunu OHAL süreci ve
sonrasında karşılaştırmak gerekirse; koşulların değiştiğini veya
iyileştiğini söylemek mümkün mü?
İçerideki insanların kolektif direnişleri zorlaştı. F
tipleri ile tecrit başladı. Eskiden bir “ceza“ olarak yönetmelikte
bulunan “hücre cezası“ sürekli hale geldi. Kazanılmış demokratik hakları
da rafa kaldırdılar. Kendi yasalarına bile uymuyorlar. Ama tutsaklar
buna rağmen direniyor. Fakat şimdi dışarıdan desteğe, dayanışmaya her
zamankinden daha çok ihtiyaçları var.
Son olarak, bu röportajı okuyanlar tutsaklar için ne yapabilir? Görülmüştür ekibiyle nasıl dayanışabilir?
Aslında çağrıyı tutsaklar yapıyor. Bakınız,
ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum Deniz Tepeli yazdığı mektupta,
Dışarından gelecek “ses“in önemine nasıl değinmiş:
“Aslında, dışarıda olsak belki de hiç tanışamayacağımız,
ya da fark etmeden yanından geçip yine de keşfedemeyeceğimiz dostlarla
ancak tutsaklık koşullarında tanışabilirdik. Bu da hayatın cömertlik ve
adaletlerinden biridir. Duvarlar ve yasaklar birçok şeyi sınırlar,
kısıtlar. Ama engellerin çatlaklarından bir yol bulup, süzülüp, sıyrılıp
gelir güzellikler. Küçük bir şey; mesela yazılan birkaç satır, yapılan
bir davranış, bir ifade ediş biçimi çok şey anlatır.“
Biz Görülmüştür Grubu olarak desteğe tabi ki ihtiyaç
duyuyoruz. Sergilerimizi dolaştırmak için hem ülke içinde, hem dışarıda
kurumlardan davet bekliyoruz. Okurlardan teknik destek istiyoruz.
Kuruluş manifestomuzda yazdığımız gibi devletten ve/veya AB Fonlarından
ve/veya sermayeden destek almıyoruz. İstemiyoruz. Okurlardan da para
kabul etmiyoruz. Ama pul, kitap, çeşitli ebatlarda zarf, boş kartpostal,
kırtasiye malzemesi kabul ediyoruz. Bunun için okurlar okayadil@hotmail.com veya gorulmustur@gmail.com e posta adreslerimize yazıp posta adresimizi isteyebilirler. Web sitemizi www.gorulmustur.org
tanıtabilirler. Web sitemizi ve sosyal paylaşım ağlarındaki
sayfalarımızı tanıtmak, orada yayınlanan haberleri, mektupları paylaşmak
tutsakların seslerinin daha çok insana ulaşması demektir.
Yorumlar
Yorum Gönder